İki kişi arasındaki mektuplaşmaların yayınlanmasına nasıl karar verilebiliyor anlamıyorum (hayatta anlamadığım o kadar çok şey var ki). Bir yanıyla bakınca yazar hakkında daha dolaysız bir bilgi edinilemez gibi geliyor ama acaba gerçekten öyle mi? Mektuplarını okuduğumuz yazarlar bugünlerde yaşasalar WhatsApp yazışmalarını okumak ister miydik mesela?
Bir de gerçekten birine yazarken bütün maskelerimizi çıkartıp öyle mi yazıyoruz? Uğur'un (bu sefer oğlum olan Uğur) bebekliğini hatırlıyorum, daha kafasını döndüremezken bir gün öhö öhö yapmıştı. Ben de ah yavrum sen hasta mı oldun diyip öptüm onu. Ertesi gün yalandan olduğu çok belli bir şekilde öhö öhö'yü taklit etmişti. Velhasıl daha dünyanın farkında bile değilken bir maske takıp öyle davranıyoruz. Çünkü toplumsal canlılarız. Her ne bizi karşımızdakinin arzusunun nesnesi olmaya yaklaştırıyorsa öyle davranıyoruz. Benim kendime yakın bulduğum görüş (bu ne cesaretse artık) insanın maskelerinin hepsini çıkartmasının mümkün olmadığı yönünde.
İnsan tek başına yatarken bile poz kesen bir canlı iken Kafka'nın Milena'ya nasıl poz kestiğini okuyup da ne öğreniyoruz? Nazım'ın Piraye'ye yalvarmaları onu daha iyi bir şair mi yapıyor? Cemal Süreya'nın On Üç Günün Mektupları'nın tamamen poz olduğu belli değil mi? Ahmed Arif'in Leyla Erbil'e yazdıkları bu kadar acıyken niye basılıyor? Adam zaten yazdıklarının önemli bir kısmını şiir olarak yayınlamış bir de. Bence (nasıl bir otoriteysem bu konuda) Zeynep Altıok babasının, Metin Altıok'un, kendisine yazdığı mektupları yayınlamaya karar verebilir ama yazan da, alan da ölmüşse kimsenin kendini böyle bir karar mercisi olarak görmemesi gerekir. Turgut Uyar'ın çocukları mektuplarını okumadan yırttık diyorlar, çok örnek bir davranış bence. Diyeceksiniz madem bu mevzuya karşısın neden her çıkan mektuplaşmayı okuyorsun? Bu konuda hatalı davrandığımı düşünüyorum, haklısınız [kimsenin aklında olmayan konularda bile kendinle kavga edebiliyorsun, bravo!].
Nazım'ın Piraye'nin kendisine gönderdiği mektupları şiir yapıp yayınlamasının sorumluluğu kendisine ait olduğundan itirazım yok [ya bir de Nazım'a itiraz et istersen]. Nazım'ın Kemal Tahir'e gönderdiği mektupların yayınlanması da bir yere kadar anlamlı bence. Kafka'nın Milena'ya yazdıkları çok iyi edebiyat buna diyecek bir şey yok ama istese kendi yayınlayamaz mıydı bunları? Felice'ye 700 sayfa yazıp kitaplarından bahsediyor ama Kafka hakkında doktora tezi yazmayacaksak öncesini okuyup ne yapıyoruz gerçekten bilemiyorum. Van Gogh'un, Theo'ya yazdığı mektupları yayınlamak her ne kadar başka yazılı bir şeyi bize kalmadığından anlamlı gelse bile özel hayatın ihlali gibi geliyor bana. Biriyle ilgili hatıraları yazmakta da bir sorun yok bence. Çünkü taraflardan biri hayatta ve yaşadıklarını ister anlatır, ister satar.
Biriyle konuştuğum şeyleri herkese açık yazmak, kalabalık bir masada otururken onun elini masanın altından tutmak gibi geliyor bana, hatta sevimli buluyorum böyle yapmayı [bak bu recursive yazmanın çok iyi bir örneği oldu].
Madem mektuplarla ilgili yazdım seni baharmışsın gibi düşünüyorum diyen Ahmed Arif'in şiirinden bestelenen bir şarkıyla bitireyim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder