30 Aralık 2011 Cuma

Bedelli askerlik

Bedelli askerlikten önce ben nasıl askerlik yaptım onu anlatayım kısaca. Lisanslar, yüksek lisanslar, doktora derken yaş sınırına kadar (o zaman için 33) ertelendi askerliğim. Yaş sınırına gelince (şimdi 35 olmuş galiba) ne yaparsan yap askere aldıklarından doktorada kaydımı dondurup 6 aylığına gittim askere. Kısa dönem demiyorum çünkü 6 ay kısa bir süre değil. Askerliğimi İstanbul'da bir alayda yaptım. Şehrin içinde bir yerin etrafına sınır çizilmiş, biz de onun içinde nöbet tuttuk bütün askerliğimiz boyunca. Ben 6 ay durdum ama çok daha uzun süreler askerlik yapan arkadaşlarımız da vardı. Memlekete faydalı hiç bir şey yapmadık; ne sınır bekledik (biz olmasak orada olmayacak sınırları saymazsak tabi), ne bir şeye müdahale ettik, ne de uzaktan destek olduk. Ben zaten 33 yaşında askere gittiğimden askeri spor konusunda da çok başarısızdım, benimle birlikte kısa dönem olarak gidenlerin çoğu aynı durumdaydı benimle.

6 ayda 6 kere tüfekle ateş ettim. Askerlikle ilgili tek yaptığım bu oldu, ki bu da memleket savunmasında (olur da gerekirse) nasıl bir fayda sağlar bilemiyorum. Bütün ömrünü matematik, fizik ve bilgisayarla geçirmiş biri olduğumdan o yaşta benden başka türlü faydalanılsa elbette daha iyi olurdu. Aslında üniversitede çalıştığımdan askere gitmeden de bir faydam dokunuluyordu memlekete. Askerde hiç bir uzmanlığımdan faydalanılmadı, evrak işleriyle uğraştım durdum.

Velhasıl; ben askere gitmesem orduda hiç bir iş aksamazdı. Benim akranım olan kısa dönemlerin hiç biri olmasa bulunduğumuz alayda hiç bir şey eksik kalmazdı. Hatta o alay olmasa ne İstanbulda bir şey eksilirdi, ne de silahlı kuvvetlerde. Biz işe yaramadık ama askerlik de bizim işimize yaramadı. Askerlik, ordu denildiğinde zihinlerde beliren vatan savunması kavramını çağrıştıran hiç bir yetenek veya bilgi kazanmadık.

Bütün askerliğim boyunca çok az para harcadım. Bulunduğum alayda parayla alabileceğim çok az şey satılıyordu. Yemeklerimiz başka bir seçenek aratmayacak kadar iyiydi, kantinde de meyveli soda vardı, o da pek ucuzdu. Kılık kıyafete, kalacak yere, yemeğe para vermeyince oldukça küçük bir bütçeyle askerliği tamamladım. Ama bana ücretsiz ulaşan bu hizmetlerin karşılığını hepimiz vergilerimizle ödedik elbette.

Burada açıkça şunları kabul edelim:

  • 30 yaşını geçmiş birinden askeri veya sportif herhangi birşeyi yapmayı öğrenmesini beklemek mantıklı değil. Aslında yaşı ne olursa olsun mesleği askerlik olmayan birinden bir yıllığına asker olmasını beklemek mantıklı değil.
  • Askeri anlamda işe yaramayacak birinin askere gitmemesi bile kendi başına ekonomik olarak kazanç demektir.
  • Askeri olarak işe yaramaz insanların bunca zaman oyalanması için subayların, astsubayların, uzman askerlerin kendi işlerini yapmak yerine bu iş için uğraşmaları kaynak israfıdır.
  • Uzunca bir dönemlerini askerde geçirecek insanların halen yaptıkları işlerden alıkonulmaları hem onlar için hem de ülke için bir kayıptır.
  • Bir gence 20 yaşına kadar okuma yazma ve diğer temel bilgiler verilmemişse bunları vermenin en verimsiz yolu onu askere almaktır. Eğitim bütçesinden yapılması gereken ve böyle kesinlikle daha iyi yapılabilecek işleri savunma bütçesinden karşılamaya çalışmak doğru bir yöntem değildir.
Mevcut durumda bir erkeğin 30 yaşına kadar askere gitmemesinin (eğer yurt dışında değilse) yasal tek yolu üniversite eğitimi almasıdır. Normalde 18 yaşında başlanan üniversite eğitiminde bu yaş doktora eğitimine karşılık gelir. Son bedelli askerlik yasasından 30 yaş ve üzeri ve askere gitmemiş 100000 kişinin  yararlanabileceği söyleniyordu. Bu yüzbin kişinin hepsinin doktora öğrencisi olma ihtimali olmadığına göre bu sayının çok büyük bölümü asker kaçağı durumunda olmalıdır.

Bir avrupa ülkesinin toplam askeri kadar insanın asker kaçağı olarak yaşadığı bir ülkenin çok ciddi problemleri var demektir.

Sözün özü: profesyonel ordu ülkemiz için hem daha ekonomik hem de daha verimli olacaktır.

29 Aralık 2011 Perşembe

Derslerde başarılı olmak önemli mi?

Üniversiteye kadar verilen eğitimle ilgili söylenecek çok şey var, onları ayrıca yazacağım ama bu yazıda üniversitede derslerde başarılı olmanın bir önemi var mı konusunda iki çift laf edeyim istiyorum.

İlk ve orta öğretimde olduğu gibi üniversitede de ders çalışmak, derslerden yüksek not almak bazıları tarafından bir zayıflık göstergesi olarak algılanıyor. Sanki derslerine çalışan öğrenci mühendislikle iglili öğrenilecek onca şeyin yerine 'bir işe yaramayan' derslerle vakit kaybediyormuş gibi düşünülüyor. Hele bir de Gates ve Jobs gibi iki çok ünlü ve zengin bilgisayar ikonunun üniversite diplomasının bile olmaması derslerin ve onlarda başarılı olmanın önemini daha da düşürüyor öğrencilerin gözünde.

İşin doğrusu lisans eğitiminde verilen derslerin hepsine meslek hayatında ihtiyaç duyulmasının imkanı yok. Bu nedenle bazılarında başarılı olunmaması çok da dert edilmeyebilir. Ama bunu sadece bir kaç derste başarılı olup gerisini sadece geçmek yeterliymiş gibi anlamamak gerekir. İleride ne konuda çalışacağınızı lisanstaki dersleri alırken belirleyemeyeceğiniz gibi hayatın sizi nerelere sürükleyeceğini de bilemezsiniz. Bazı dersleri 'sallamak' ileride pişmanlıklara yol açabilir.

Ben 12 yıllık tecrübemle şu istatistikleri verebilirim: derslerinde çok başarılı olanlar yüksek oranda meslek hayatlarında da çok başarılı oldular. Bunun çok az istisnasını gördüm ben. Çok eski yıllardan birinde Telekom'un düzenlediği bir etkinlikte söz alırken kendini 'dönem birincisi' diye tanıtan bir gerzek de gördüm ama bir daha onun gibisini görmedim. Özetle lisedeki okul birincilerinin üniversitede bir yere girememeleri durumu lisansta sık rastlanılan bir şey değil.

Öğrencilerin çoğunluğunu oluşturan derslerde çok yüksek notlar almayan ama geçip kalma problemi de yaşamayan büyük çoğunluk içinden meslek hayatında çok başarılı olanların oranı yukarıdaki gruptakinden daha az oldu ama ihmal edilemeyecek kadar oldu. Bu büyük çoğunluk iş hayatındaki büyük çoğunluğu oluşturuyor benim görebildiğim kadarıyla.

Dersleri berbat olan, okulu zar zor bitirebilen öğrenciler arasından çıkan süpermenlerin sayısı 12 yılda 5'i geçmez. En çok özenilen grup bu olmasına rağmen buradan başarılı bir meslek hayatına ulaşmak oldukça düşük bir ihtimal.

Son söz: evet önemli.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Akademik Bilişim 2012 Uşak Üniversitesinde

AB 2012 Uşak Üniversitesi

Akademik Bilişim Konferanslarının 14.sü 1-3 Şubat 2012 tarihleri arasında Uşak Üniversitesinde düzenlenecek. Konferans öncesinde yapılacak eğitimlerin konuları şöyle: Güvenlik, Linux Sistem Yönetimi, Python, Postgresql ve Libreoffice.

Kayıt olmayı unutmayın!


19 Aralık 2011 Pazartesi

Şeb-i Arus

Dün 728. Şeb-i Arus törenlerini izlemek için Gelibolu Mevlevihanesi'ne gittim. Benim beklediğimden oldukça büyük bir yapı çıktı karşıma. Havanın yağmurlu olmasına rağmen halkın yoğun denebilecek bir ilgisi vardı. Tören programında saat 20'de başlanacağı, 15 dakikalık bir konuşmanın ardından Sema'nın başlayacağı yazıyordu.


Etkinlik her zamanki gibi zamanında başlamadı. Tam bir buçuk saat açılış konuşmaları sürdü. Mikrofonu eline alan bırakmak bilmedi. Bu konuda söz söylemeye ne yetkinliğim var demedi kimse; valiler, milletvekilleri, bakanlar konuştular da konuştular. Mevlevihanede protokol haricindekilere oturacak yer çok az olduğundan ayakta dinledik bu nutukları. Çoluk çocuk mevlevihaneye gelenler perişan oldular. Dışarısı buz gibi olmasa biraz dolaşıp gelirdi insanlar ama o da olmadı.

Ses düzeni en basit pastanedekinden bile kötü olduğundan konuşulanları anlamak neredeyse mümkün olmadı. Konuşmacılar yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi yaklaşık bir daire gibi olan alanın etrafında sıralanmış insanların sadece protokol kısmına doğru konuştular. Sırtlarını çevirip durdukları büyük kalabalıkla ilgilenmediler hiç. Herkes kürsüye ünvanlarla, sıfatlarla çağrıldı. Haa, unutmadan mevlevihaneye giren başbakan yardımcısı alkışlandı. Kimsenin aklına Mevlana, bir olmak, kendinden vazgeçmek filan gelmedi.

Halbuki nutuklar atılmayan, gösterişsiz bir tören işin doğasına ne kadar da uygun olurdu. Belki sadece başlangıçta Sema'daki dönüşlerin, selamların anlamlarından bahsedilen kısa bir konuşma olsa, insanlar evlerine çok daha huzur içinde dönebilirlerdi.

Neredeyse sekiz asırdır yaşatılan bu büyük gelenek çok daha fazla özen istiyor.

17 Aralık 2011 Cumartesi

Erciyes Üniversitesi Linux ve Özgür Yazılım Günlerinin Ardından

12-13 Aralık'ta Mesutcan Kurt ile birlikte Kayseri'de Erciyes Üniversitesinde LKD adına Linux ve özgür yazılımlar hakkında konuşmalar yaptık. Erciyes Üniversitesi yılda 180 öğrenci alan çok büyük bir Bilgisayar Mühendisliği bölümüne sahip. Bizim konuşmalarımıza yaklaşık aşağıdaki fotoğraftaki kadar katılım oldu. Mesutcan'la bizim tahminlerimizin oldukça üzerinde ilgi olduğunu söyleyebilirim. İki gün boyunca Linux ve Özgür yazılım dünyası, program geliştirme, sunucu servisleri, python ile yazılım geliştirme hakkında konuşmalar yaptık. 


Mesutcan'ın da öğrenci olması dinleyicilere daha yakın geldi diye tahmin ediyorum. Benim yapabilirsiniz dediğim şeylerin olabileceğine daha fazla inandırdı orada arkadaşlarını. Onun giderek daha iyi bir konuşmacı olması da ayrıca gururlandırdı beni. Elbette her zamanki gibi konuşmaların aralarında yapılan sohbetlerin sadece bizim konuştuğumuz bölümlerden daha fazla faydası oldu. İkinci günün sonunda bir kaç kişiden duyduğumuz 'bizi yeni bir dünya ile tanıştırdınız' sözleri bizim açımızdan bin km gidip gelmenin karşılığı oldu.

Bu etkinliğin düzenlenmesinde başrolü oynayan Ömür Erdem'e buradan da bir kere daha teşekkür etmek isterim. Yolculuğumuzun ve konaklamamızın her aşamasını bizim yerimize düşünüp bizim sadece gevezelik etmeye yoğunlaşmamızı ve etkinlikten keyif almamızı sağladı. Topluluk da çok yeni olmasına rağmen çok başarılı bir iş çıkardı. 

İki gün içinde Kayseri'de ne yenebilirse hepsinden yedik ;) Hatta pazartesi öğle arasında Erciyes'e bile çıktık. Velhasıl benim iyi ki gittim diye hatırlayacağım bir etkinlik oldu, umarım katılanlar (en azından bazıları için) işe yaramıştır.

Görme engelliler için renkler

Hiç anlam veremediğim reklamlarla, kampanyalarla karşılaşıyorum. Şu kadar şişe kapağı getirirseniz bir firma şu kadar tekerlekli sandalye verecek gibi şeyler bunlar. Firmaya götürdüğümüz şey geri dönüşümden firmaya gelir getirici bir şey olsa arada bir bağlantı kurmak zor olmayacak ama şişe kapağı nedir? Hadi şişe kapağı fiziksel bir şey, facebook sayfamızı beğenen her kişi için şu kadar bağışta bulunacağım diyen bile çıkmıştı hatırlarsınız.

Az önce Renkler Herkes İçindir başlıklı bir sayfa gördüm. Burada kısa bir film var, filmi her seyreden için bir görme engelliye mobil cihazlar üzerinde çalışan bir uygulama ücretsiz verileceği anlatılıyor. Yazılım; görenlerin aklına gelmeyecek ama görme engelliler için faydalı bir iş yapıyor: telefonu bir şeye doğru tuttuğunuzda onun rengini söylüyor.

Sayfanın altında da bir not var: "Türkiye'de 700.000 görme engelli var. Film, şu ana kadar 1.574.278 kere izlendi"

Bir yazılım müşterilerinin iki katı kadarına bedava verilecek hale gelmiş (sponsor tarafından) ama hala ondan özel bir yazılım, ucuz değil filan diye bahsediliyor. Çünkü çoğunluk hala yazılımın parayla satılması zorunluymuş, parasız olanı ya lisanssız ya da kalitesiz olurmuş gibi düşünüyor.

Kamu için faydası bu kadar yüksek, yaygın etkisi büyük bir programın (eğer yoksa) bir özgür alternatifini yazmak eminim zor bir iş olmayacaktır. Bir buçuk milyon kere izlenmeden önce haberimiz olsaydı bütün mobil ortamlarda başarılı bir şekilde çalışan sürümlerini yazmış olurduk. Hatta program bütün dünya dillerini konuşuyor olurdu.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Eczacılar neden ilaç satıyor?

Bu sorunun dayanakları benim açımdan şöyle:

  • Bugüne kadar hiç eczacıdan ilaç almadım ben. Hep kalfalar yapıyor bu işi. Madem kalfa tek başına yapabiliyor neden ilaç satabilmek için eczacıya ihtiyaç var?
  • Sadece diplomayı çerçeveletip dükkanına asabilmek için dört yıl lisans eğitimi okumak kaynak israfı değil mi?
  • Doktorun reçeteye yazdığı 'sabah akşam tok karna birer tane' ifadesini ilaç kutusuna yazabilmek bir uzmanlık alanı mı?
  • Sağlık sisteminden sorgulama yapmak dahil bütün işleri kalfalar yaparken, neredeyse sadece kasada durup para almanın bakkallıktan ne farkı var?
  • İlaç sadece eczanede satılabildiği için nöbetçi eczane diye bir kavram var. Örneğin Çanakkale'de sadece 1 (yazıyla bir) nöbetçi eczane oluyor akşamları ve haftasonları. Bilmem ne sağlık ocağının karşısında gibi saçma sapan tariflerle nöbetçi eczane aradığım o kadar fazla oldu ki bugüne kadar. Arabayla turlarken yine katlanılabilir ama soğuk havada yaya olarak da az gezmedim.
Eczanelerdeki acayiplikler bu kadarla sınırlı da değil benim açımdan: Kalp hastası olduğumu ilk öğrendiğim gün (yıllar önce) doktor bir reçete yazdı, şöyle şöyle kullanacaksın diye de tarif etti. Bu reçeteyle eczaneye gittim, yıkılmış bir halde tabi. Eczanede çalışan genç bir kadın (eczacı değil elbette, onlar müşteriyle (hasta değil) muhatap olmuyorlar) bana doktorumun reçeteye yazdığı ilacın ücretinin devlet tarafından kısmen ödendiğini ama onun raftan çıkardığı ve aynı işe yaradığını söylediği diğer iki ilaçtan birini alırsam daha az bir fark ödemem gerektiğini, diğerini alırsam hiç fark ödemeyeceğimi söyledi. Bana hangisini vereyim diye sordu. Hayatında hiç tıbbi eğitim almamış bir eczane çalışanı (eczacı değil elbette) bana hangi kalp ilacını tercih ettiğimi sordu yani. Ben buna kendim karar verebiliyor olsam ne hekime ne de eczacıya ihtiyacım olurdu herhalde.

Sağlık sisteminin hastayla eczacıları bu şekilde karşı karşıya getirmesinin sorumlusu elbette eczacılar değil ama hastalara tavsiyede bulunanlar da eczacılar olmadı benim karşılaştığım durumlarda. Ayrıca bunun için birinin insiyatifine ne gerek var? Her aldığımız ilaç için sağlık bakanlığına bağlı sistemden sorgulama yapılıyorken hekimin yazdığı ilaçların alternatifleri de o sistemden okunabilir. Sisteme kayıtlı olmayan bir ilaç satılamadığına göre alternatifleri de bir zahmet giriversinler sisteme. Lise mezunu bir kızcağızın insafına kalmaktan iyi olur herhalde.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Evde bir kitaplığa ihtiyaç var mı?

Bu soruyu bir kaç yıl öncesine kadar anlamlı bulmazdım. Kitap okumanın bir parçası gibi düşünüyordum okuduğum kitapları evde bulundurmayı. Aslında çok da düşünmüyordum neden bu kitapları tutuyorum evde diye. Kitabı satın alırsın, okursun (bazen okumazsın bile) ve kitaplığa kaldırırsın. İşin doğası böyleydi benim için.

Yıllar içinde evde hatırı sayılır sayıda kitap birikti. Çok az sayıda kitabı tekrar okudum. Evde bin kitap varsa yeniden okuduklarımın sayısı onu bile geçmez. Okumadığım o kadar fazla kitap varken eskilere elim gitmedi demek ki.

Çok az sayıda kitabımı bir başkası okudu. Arkadaşlarım ya bendeki kitapları kendileri de aldılar ya da hiç ilgilenmediler onlarla. Belki üç beş kitabımı ödünç vermişimdir bunca yılda. Birine bunu okumalısın dediğimde bir tane satın alıp hediye ettim çoğunlukla.

Okuduğum kitapları hiç katlamadım, satırların altlarını asla çizmedim. Ben bir daha açıp okumuyorum, başkasına vermiyorum, peki bu dikkat nedendi acaba? Sanki canlıymışlar gibi davrandım onlara hep. Raflara sıkışık koymadığım gibi diğerlerinden ters şekilde de koymadım hiçbirini rafa. Sanki biri onların arasından bir arama yapacakmış gibi konularına, yazarlarına göre sınıflandırarak sakladım yıllarca. Şiir kitapları bir yerde, Rus klasikleri başka bir rafta oldu hep. Çağdaş kadın yazarlarımızı bile yan yana koydum raflara.

Kitaplarımın pek azı özelliği olan kitaplar. Özelliği derken şimdi herhangi bir kitapçıya gidip aldıklarınızdan bir farkı yok çoğunun demek istiyorum. Çok çok azı imzalı veya nadir bulunan ilk baskı kitaplar. Can Yücel'in ilk şiir kitabı 'Yazma'nın ilk baskısını bir imza gününde alıp imzalatmıştım ama böyle 5 kitabım ancak vardır. Birşeyleri biriktirmeyi, koleksiyonu garip bulmuyorum ama benim kitaplarla ilişkim böyle değil. Bir ikisini bir daha bulamayacağım, bir o kadar 'çok acayip hatırası' olanları çıkarırsam gerisini niye evde tutuyorum bilemiyorum doğrusu.

Belki bazılarının artık baskısı bulunmuyordur ama farkında değilim. Ben okumuyorum, benden alıp kimse okumuyor: piyasada bulunmuyor olsa ne olur? Ticari olarak değer kazanmasını beklemiyorum ki kitapların. Hem ben okumuyorsam başka birine versem o okur, o da elinde tutmasa kitap dolaşımda olur sürekli.

Az da olsa hiç okumadığım kitabım da mevcut kitaplığımda. Çok sevdiğim bir yazarın bende olmayan kitabı kalmasın diye aldığım ama ilgimi çekmeyen kitaplar mı istersiniz yoksa başlayıp bitiremediğim, beğenmediğim kitaplar mı? Bir de okumayı isteyerek aldığım ama bir türlü fırsat bulamadıklarım var, bazıları da o kadar kitap arasında unutulup gitmiştir tabi.

Evimdeki bütün kitapları kendim aldım (az sayıdaki hediyeleri saymazsam) yani annemin evinden bir kitap getirmedim kendi evime. Demek ki benim oğlum da onları alıp götürmeyecek. Çok büyük ihtimal evdekileri okumayacak bile. O kendi kitaplarını alıp, kendi tarzını, zevkini belirleyecek. Ben ölünce ya bir kitapçıya verilecek ya da bir köşede okunmadan duracaklar yıllarca. Birlikte geçirdiğimiz bunca yıldan sonra sonları böyle olsun istemiyorum doğrusu.

Artık kağıttan yapılmış kitaplar yerine elektronik kitapları okumayı tercih ediyorum. Hangisini yanıma alsam derdi yok, bu kadar kitap nasıl taşınır derdi yok. Çoğunlukla daha ucuz elektronik kitaplar. Yıpranmıyorlar yıllar geçtikçe. Yeni raflar almanızı gerektirmiyorlar. Onların da altları çizilebiliyor, yanlarına not alınabiliyor (yeniden açmadıktan sonra bunların ne faydası var bilemiyorum doğrusu). Ağaçların kesilmesi de gerekmiyor e-kitaplar için.

Eskiden Ankara'da otururken kitap satın almak bir etkinlikti benim için. Arkadaşlarla birlikte Dost'a ya da sahaflara gidip kitap bakmak, almak, planlar yapmak kendi başına bir eğlenceydi. Artık çok daha küçük bir şehirde, Çanakkale'de, oturduğumdan yıllardır kitapçıdan kitap almıyorum. Nasıl arabamı internetten satın almışsam kitapları da hep internet sitelerinden sipariş ediyorum. Böyle olunca kitap aldığın yerle kurulan bağ, okuduğun kitap hakkında satıcıyla gevezelik etme gibi durumlar da ortadan kalktığından internetten kitap sipariş etmek yerine onu indirip okuyunca bu yönden de bir kaybı olmuyor insanın.

Bir gün evime hırsız girse ve kitaplarımın hepsini çalsa mesela. Gidip hepsini yeniden alır mıyım? Siz elinizdekilerin hangilerini yeniden alırdınız? Benim cevabım bu aralar 'hiç birini yeniden almam' şeklinde.

Bu kadar laf ettikten sonra sanki kitaplarımı sevmiyormuşum gibi de algılansın istemem doğrusu. Hepsini ne zaman aldığımı hatırlıyorum; ilk şiir kitabı satın aldığımda Uğur'a 'bunu roman gibi mi okuyacağım?' diye sorduğum bile dün gibi aklımda. Kapağı katlanmış kitabın hangi otobüs yolculuğunda ne saçma bir şekilde zarar gördüğünü hatırlıyorum ama bunları hatırlatıyorlar diye okuduğum tüm kitapları saklamam gerekmediğini düşünüyorum bir süredir.

Buraya kadar aklınızdaki soruların hepsine cevap verememişsem o konunun ne olduğunu biliyorum sanırım: eski kitap kokusu. Evet bu koku ne e-kitaplarda ne de raftan yeni satın aldığınız kitaplarda var ama evde hiç kitap bulunmasın demiyorum zaten. Ara ara açıp okuduğum kitaplardan bir raf kalsın, onları koklarım özledikçe diye planlıyorum.

Benzer bir şeyi kaset ve cd'lerim için de yapmıştım bir iki yıl önce. Madem bütün arşivimi bir harici diskte tutabiliyorum, evde bu kadar kalabalığın ne gereği var diyerek yıllar boyu neredeyse bütün paramı verip satın aldığım (eskiden müzik de satın alınıyordu) binden çok kaset, cd ve plağı çıkarmıştım elimden. Bu hafta kitaplarımın da sonu aynı olacak. Müzik konusunda aradan geçen zamanda pişman olmadım kitaplarda da olmam herhalde.

Uzun lafın kısası: bu hafta içinde evdeki kitaplarımın neredeyse hepsini elden çıkaracağım. Bunları okumak isteyenlerin ulaşabileceği bir sahafa filan vereceğim galiba. Bundan sonraki kitap alış şeklim fazla değişmeyecek: Yine basılı kitap alacağım ama daha fazla e-kitap tercih edeceğim. Aldığım basılı kitapları rafta bekletmeden okur okumaz elimden çıkaracağım. Alsın başkası okusun, hem ikinci el olunca daha ucuza da alırlar mutlaka.

Ben bunu kırk yaşından sonra akıl edebildim. Siz de bir düşünün isterseniz.

12 Temmuz 2011 Salı

Bir büyük gelenek: Kırkpınar

Geçen hafta sonu 650.si düzenlenen tarihi Kırkpınar güreşlerinin son gününü izlemeye Edirneye gittim. Bu kadar yakınımda bu kadar büyük bir etkinlik var, neden gitmiyorum diye uzun süredir düşünüyordum, Serdar da Ankara'dan gelince beraber sabahtan çıkıp Edirneye gittik. Benim beklediğimden çok farklı bir şeyle karşılaştığımdan bu konuda birşeyler karalasam iyi olur diye düşünüyorum.



Güreşler arenayı andıran bir tesiste yapılıyor. Sarayiçi'ne girişe oldukça perişan bir pazar kurulmuş durumda. Onların arasından kısa bir yolculukla güreşlerin yapıldığı alana ulaşılıyor. Er Meydanı da denilen Sarayiçi ilk girişte büyük bir karmaşa izlenimi veriyor insana. Futbol sahasına benzer büyüklükte bir alanda onlarca güreşçi bakmasını bilen gözlerin görebileceği bir düzen içinde güreşiyorlar. Alanın her yanında boy boy güreşçileri başlarında birer hakemle birlikte görmek mümkün. Her müsabaka farklı zamanlarda başladığı için farklı zamanlarda sonuçlandığından bazı güreşçiler peşrev'e yeni başlarken diğer birinin yaşadığı zaferi kutlamasını, diğerinin yenilgi yüzünden yıkılmasını, ağlamasını bir arada görmek mümkün. Benim gibi ilk defa seyreden birinin olayın içine girebilmesi zaman alıyor tabi.

Farklı yaşlarda ve tecrübelerde güreşçiler; örneğin minik 1 boyda güreşen çocuklarla başpehlivanlığa güreşenler aynı anda er meydanında yan yana güreşebiliyorlar. Her güreşçi sanki başpehlivanmış gibi alana takdim ediliyor, aynı ritüel her turda tekrar ediliyor. Özellikle en küçük güreşçilerin (bazıları ilkokula bile gitmiyor gibi göründü bana) 'şu yörenin pehlivanı' diye anons edilmesi ve ardından onun da aynen abilerinin hareketlerini yapması görülmeye değer bir olay bence. Aslında böyle yapılmazsa ileride bu geleneğin sürdürülmesinin mümkün olmadığı da ortada. Gelenek demişken, Kırkpınar'da geleneklere yoğun olarak uyma kaygısı hemen göze çarpıyor.

Güreşler 50 davulcunun dönüşümlü olarak çaldıkları 25 davulun gürültüsü altında yapılıyor. Gürültü diyorum çünkü neredeyse hiç melodi yok ve hiç durmuyor. Dayanılması oldukça güç muazzam bir gürültü var. Bu da gösterinin bir parçası olduğundan yapılacak birşey yok gibi duruyor ama çıkışta kafanızın şiştiğini anlıyorsunuz.

En büyük ilgi bir hafta süren etkinliğin sonunda yapılan başpehlivanlık finaline gösteriliyor. Çok büyük bir kalabalık tarafından izlenen final müsabakası filmlerde gördüğümüz gladyatör dövüşlerine benziyor. Diğer bütün kategorilerdeki güreşler sona erip madalyaları verildikten sonra günlerdir tüm rakiplerini yenerek finale çıkan iki güreşçi er meydanına çıkıyor. Her finalistin ayrı taraftarları var ve büyük ilgi gösteriyorlar güreşçilere. Başpehlivan adayları cazgır tarafından seyircilere tanıtılıp meydana salınıyorlar. İki güreşçi alanın ortasına geldikten sonra ters yönlerde seyircilere doğru peşrev çekerek yürüyorlar. Oldukça uzun sayılabilecek bu alanı katetikten sonra seyircilerden alkış alan pehlivan tekrar alanın merkezine dönüyor. Çeşitli yönler için tekrarlanan bu gösterinin her buluşmasında pehlivanlar birbirlerinin paçalarını yokluyorlar, sırtlarını sıvazlıyorlar, el ele tutuşuyorlar, enselerini tutuyorlar. Birazdan bu koca arenada savaşacak olan genç adamların böyle kardeşçesine tavırları çok etkileyici bence.

Güreşin başlamasından sonra hızlıca birşeyler olacağını bekleyen bizler bayağı şaşırdık, çünkü pehlivanlar en küçük hatalarının rakip tarafından değerlendirileceğini bildiklerinden hiç risk almıyorlar. Yarı final maçında çok güzel bir oyunla rakibini yenen Ali Gürbüz'ün daha atak olmasını bekliyorduk ama daha önce üç defa başpehlivan olmuş Recep Kara ile ilk 45 dakika birbirlerini kollayarak güreştiler. Eskiden böyle bir süre sınırı yokmuş ve pehlivanlardan biri diğerini yenene kadar güreş sürüyormuş ama artık 45 dakikadan sonra ilk puan alanın güreşi kazanacağı bir bölüme geçiliyor. Bu bölümde de bir atak yapmayan her iki güreşçi de ikişer ihtar aldıktan sonra güreşin kısa bir süre sonra biteceği belli oldu; ya biri puan alacak ya da biri pasif güreştiğinden yenik sayılacaktı. Sonuçta babası da 1988'de başpehlivan olmuş, geçen yılın ikincisi Ali Gürbüz 2011'in başpehlivanı oldu.

Heryeri yağ içinde iri yarı adamların birbirini bir saat boyunca kollayıp bir hareketle maçın bitmesi kulağa acayip geliyor olabilir ama tarif edildiğinde hangi spor öyle değil ki? 650 yıllık bu büyük geleneği en azından bir kere gidip görmenizi tavsiye ederim.

3 Haziran 2011 Cuma

Ön ödemeli su sayacı REZİLLİKTİR

Çanakkale'de süper bir şey yapıyoruz diyerek (yıllar yıllar önce) su sayaçlarımızı değiştirdiler. Eski su sayaçlarını kullanırken ayda bir, iki ayda bir faturası gelirdi öderdik. Geç yatırırsak zam filan da olurdu ama kimsenin evinin suyunu kesmezlerdi/kesemezlerdi su parasını yatırmadın diye. Sonuçta yaşam için temel ihtiyaç olduğundan bir evin suyu borcundan ötürü kesilmezdi.

Çanakkale Belediyesi bu suyu kesememe sorununa akıllı sayaç dedikleri sistemle çözüm bulmuş oldu. Kartla yapılan her şeyi akıllı sanan bir zihniyetten olduklarından ön ödemeli sayacın adı da akıllı sayaç. Akıllı sayaçla suyu peşin alıyorsunuz, aldığınız su bitince otomatik olarak kesiliyor. Bu iş otomatik yapıldığından sanki belediyenin suyu kesmesi gibi bir şey olmuyormuş algısı yaratılmaya çalışılıyor ama sonuçta suyunuz kesiliyor. Su kesilince elinizdeki "akıllı kart"a 1 ton su borçlanabiliyorsunuz. O da size 2 gün yetiyor. Peki ya sonrası? Kimse bana suyun parasını peşin vermekle sonradan vermek arasında ne fark var demesin. İnternetten alamıyorum illa şubeye gitmem gerekiyor gibi itirazları geçsek bile peşin vermeniz gerektiğinde cebinizde para yoksa su da yok. Telefon, elektirik filan değil; SU diyorum SU. Parasını vermeyen telefon hizmetinden faydalanmayıversin diyebilirsiniz ama evinde su da akmasın mı?

Bir saçmalık uzun süre yapılınca onu sanki mantıklıymış gibi düşüyoruz. Suyun evlere satılması da böyle. Bina yapılırken belediye zaten bağlantı parası adı altında altyapı maaliyetini fazlasıyla alıyor ev sahibinden. Su belediyenin ürettiği, satın aldığı bir şey de değil. Sistemin bakım maaliyeti ve arıtma için de vergi vermiyor muyuz zaten? En temel yaşam gereksinimi olan suyu satıp para kazanmayı hedefleyen belediyelerden nefret ediyorum.

Sene 2011, Çanakkale'de parası olmayanın evinde su akmıyor ve bundan utanan kimse yok.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Gnome 3'lü ÇoMaK çok yakında

1 Nisan'da Fluxbox, Lxde, Xfce ve Gnome2 masaüstlerini içeren birer (aslında hem 32bit hem de 64bit için ayrı iso'lar olduğundan ikişer) kurulabilen sürüm duyurduğumuzdan beri yeni bir duyuru yapmayınca sanki işler yavaşladı gibi görünüyor olabilir. Bu projede çalışanların hepsi (bir Kaan mezun olmuştu, o da artık Pardus'ta çalışıyor) öğrenci olduklarından Nisan ayı neredeyse tamamen sınavlar ve derslerin projeleriyle geçti. Bunun yanında hazırlanmamış masaüstü olarak sadece Gnome 3 kaldığından ve diğerlerine yaptıkları iyileştirme ve eklemelerle yeni iso yayınlamanın heyecan verici bir tarafı olmadığından ortaya yeni bir iso çıkmadı ama svn deposundaki hareketlilik de durmadı.
Gnome 3'ün 2 serisinden oldukça farklı olmasından, araya sınavlar filan da girince, hazırlanması uzun sürdü. Yaklaşık 2 hafta önce Gnome-shell hariç neredeyse her şey hazırdı. Bugün itibariyle o da hazır. Kurulan dvd'yi bu hafta bitmeden duyurabiliriz diye tahmin ediyorum.
Daha önce denememiş olanları değişik bir masaüstü tecrübesi bekliyor: Pardus teknolojileri ve Gnome 3.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Hangi Masaüstü Ne Kadar Türkçe Konuşuyor? -2-

Bir ay kadar önce Hangi masaüstü ne kadar Türkçe konuşuyor? başlıklı bir yazı yazmıştım. Aradan geçen sürede çeviriler nereye geldi bakalım:

KDE: çeviri oranı %84'ten %83'e geriledi.

LXDE: %100 Türkçe

Enlightenment: %100 Türkçe

Fluxbox: %100 Türkçe

XFCE: %100 Türkçe

Gnome: 2.32 serisi %90, 3 serisi ise %88 Türkçe

28 Nisan 2011 Perşembe

2. Uluslararası Bilişim Konferansı izlenimlerim

Bugün Çanakkale Deniz Müzesinde yapılan 2. Uluslararası Bilişim Konferansı'nın öğleden sonraki oturumlarına katıldım. Konferansın ilk günü programıma uygun olmadığından gidemedim ama bugün gördüklerim hakkında iki satır yazmak istiyorum.

Öncelikle Çanakkale gibi küçük bir kentte Bilişim Konferansı yapılması sık rastlanılan bir olay değil. Hele ki uluslararası olanına ben daha önce hiç rastlamamıştım. Böyle seyrek yapılan bir organizasyonda Çanakkale'nin tek üniversitesinin Bilgisayar Mühendisliğinden, Bilgisayar Öğretmenliği Bölümünden, Enformatik Bölümünden veya Bilgi İşlem Daire Başkanlığından kimsenin yer almıyor olması da ayrıca kayda değer bir durumdu bence.

Öğleden sonra benim katıldığım üç konuşmanın yapıldığı oturumlarda sadece sekiz (8) kişi vardı. Bunların üçü konferansın düzenleyicileri, ikisi konuşmacı (bir konuşmacı iki sunum yaptığı) ve geri kalan üçü de daha önce sunum yapmış kişilerdi. Herkes İngilizce konuşuyordu. Bize (konferansa iki kişi gittik) nezaket gösterip Konya şekeri ikram ettiler. İlk gün çok yoğun katılım olduğunu söyleyerek konferans programı veremediklerinden (web adresinde de konuşmacılar bulunmuyor) kimleri dinlediğimi hatırlayamıyorum. Bu nedenle sunumların kalitesi hakkında bir şey yazamam uygun olmaz ama tahmin edebileceğiniz gibi olumlu bir şey yazacak olsaydım bu engel olmazdı bana. Bu oturumların ardından bir de biyoenformatik konusunda workshop yapılacağını söylediler, biz de daha fazla duramayıp çıktık.

Bence hem üniversiteler hem de YÖK kararlarını gözden geçirip ulusal/uluslararası konferans katılımlarının akademik yükselmelerde hiç katkısının olmaması yönünde bir karar alırsa çok yararlı bir iş yapmış olur.

16 Nisan 2011 Cumartesi

Asya - Pasifik de sıfırı tüketti


Asya, Avustralya ve Pasifik'e IP adresi dağıtımından sorumlu olan APNIC 15 Nisanda ellerindeki son /8 blogunu da kullanıma açtıklarını duyurdu. 3 Şubat'ta sahipsiz IPv4 adres blogu kalmamıştı, şimdi de bölgesel dağıtıcıların tahsis edebilecekleri adresler bitiyor. Haberin ayrıntıları linkte var ama IPv6'dan başka çare kalmadığını söylemek lazım.

11 Nisan 2011 Pazartesi

ÇoMaK ekibinden ilk ayrılış

Geçen yıl Serhat askere gittiğinde benzer bir yazı yazmıştım. Bu sefer aramızdan (coğrafik olarak) ayrılan Kaan Özdinçer oldu. Kaan geçen yıl 64 bit ekibindeki 3M'nin dönem arkadaşıydı. Genellikle derste anlatılanlara karşı çekimser ve sessiz bir öğrenci olduğundan kendisini öğrenciliği boyunca keşfedemedim :( Aslında o kadar da farketmemiş olmamalıyım ki; okul bitti diye tası tarağı toplayıp İstanbul'a gittikten sonra bir akşam üstü telefonla arayıp IPv6 projesinde mühendis olarak çalışır mısın diye ilk onu aradım. O da heyecanla kabul edip geri döndü ve birlikte yaklaşık altı ay çalıştık. Yapacağı şeyin işe yarayacağına inanır ve kendisini geliştirebileceğini görürse her işin altından kalkabileceğini bu süre içinde gördüm.

Kaan birlikte çalıştığım için çok gururlandığım bir öğrencim olmasının yanı sıra, 4 yıl birarada olduğum ama farkedemediğim başka kimler olduğunu düşündürüp beni hüzünlendiren biri olmuştur.

Bu kadar yazıp Kaan'ın Pardus'ta işe başladığını yazmadan bitirecektim az daha yazıyı ;) Yolun açık olsun Kaan.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Topluluk Dağıtımı Sosyal Sözleşmesi

Bir süredir üzerinde konuştuğumuz Topluluk Dağıtımı için Debian'ın sosyal sözleşmesinin bir uyarlamasını wiki'ye yerleştirdik. Bu taslak metni okuyarak görüşlerinizi liste'ye yazarak siz de katkı verebilirsiniz.

Sonradan 'ben demiştim' demek için iyi bir fırsat ;)

ÇoMaK atölye çalışması

Geçen yıl COMU 64 bit atölye çalışması başlıklı bir blog girdisi yazmıştım. O etkinlikten sonra çalışmalar daha hızlanmış, 64 bit için inşa dosyalarının bulundupu depo kaldırılmış ve tek depo ile devam edilebilecek duruma gelinmişti. Geçen yıl 64 bit projesinin ÇOMÜ tarafındaki öğrencileri olan Metin Akdere, Mete Bilgin ve Meltem Parmaksız (a.k.a. 3M) mezuniyetlerinin ardından Tübitak çalışanı olarak Pardus geliştiriciliğine devam ediyorlar.

Bu yıl da ÇoMaK projesinde yapılanları gözden geçirmek ve hızlandırmak için Onur Küçük, Gökmen Göksel ve H.İbrahim Güngör'ün yanısı sıra çok uzun süredir Gnome paketleri üzerinde çalışan Burak Çalışkan da bizimle çalışmak için 2 günlüğüne Çanakkale'ye geldiler. Geçen yıl öğrenci tarafında olan 3M'den ikisi (Metin ve Mete) bu yıl geliştirici tarafında da olsalar yine çalışmanın içindeydiler. Acil bir işi çıktığı için çalışmaya katılamayan Meltem de gelebilse pek güzel olacaktı ama seneye gelir artık ;) Geçen yıl fotoğrafta kenarda çalışan çekingen insanlar olarak görünen Aydan ve Merve (aka hacker) bu yıl fotoğrafın çalışanlar tarafında çıktılar. ÇoMaK ekibinin tam kadro ile katıldığı çalışmalar bence çok verimli geçti. Pardus'un yönetici ailesinden kde bağımlılığı kalan sadece 2 yönetici kaldı; Gökmen tam mesai ÇoMaK tayfasının hazırladığı yamaları gözden geçirdi. H.İbrahim'le yapılan çalışmalar sonucu E17'de elsa'dan vazgeçildi. Burak'la birlikte Gnome3'e başlamaya karar verildi. Mete ve Metin her soruyla ilgilendi. Onur geri kalan her şeye baktı ;) Bu özverili çalışma için herkese teşekkür ediyorum.

Böyle yoğun bir çalışma mesaisi herkes ayrı ve kendi işiyle uğraşırken çok uzun zamanda çözülebilecek sorunların çok kısa zamanda aşılmasına yardımcı oluyor. Seneye fezaya bayrak dikeceğimiz bir projede tekrar buluşmak üzere.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Topluluk Dağıtımı E-posta Listesi

Topluluk Dağıtımı hakkındaki tartışmaları sürdürebileceğimiz bir e-posta listemiz var artık. Konuşacaklarımızı burada yazmamız derli toplu olması açısından iyi olacaktır.

3 Nisan 2011 Pazar

Topluluk Dağıtımı

2 Nisan'da Özgür Yazılım ve Linux Günlerinde yaptığımız toplantının ardından, durumu özetlemek istiyorum. Cumartesi son oturum olmasına 50-60 kadar katılımcı vardı. Pardus temelli bir dağıtım projesi için en çok dillendirilen yöntem Pardus depolarında bulunmayan paketlerin bulundurulacağı bir katkı deposu oluşturulması ve bu deponun kendi belirleyeceği şekilde yönetilmesi oldu. Benim de aklımda olan mümkün olabildiğince Pardus depolarını da kullanarak yola devam edebilmek. Halihazırda Pardus geliştiricileri tarafından bakımı sürdürülen paketleri, bir gerekçemiz olmadan, yeniden yapmaya çalışmak sadece iş gücü kaybı olacağından enerjimizi yeniliklere yöneltmek iyi olacaktır. Topluluk Dağıtımı fikri çok anlamlı destekler de aldı toplantıda. Pardus proje yöneticisi Erkan Tekman; teknik danışmanlık, marka için uygun izinler, %10'a varan geliştirici katkısı ve gerekirse altyapı desteğinde bulunacaklarını söyledi. Artistanbul'un sahibi Ali Işıngör ekip olarak ellerinden gelen bütün desteği vereceklerini söyledi. LKD yönetim kurulu başkanı Hakan Uygun dernek olarak bütün özgür yazılım projelerine olduğu gibi bize de destek olmak istediklerini iletti. Toplantıya katılamamış olsa da Ali Erdinç Köroğlu da, daha önceki konuşmalarımızda bir grup çalışma arkadaşıyla birlikte bu projenin içinde yeralmak istediğini söylemişti. Bu projenin başarıya ulaşması halinde daha çok insanı özgür yazılıma geliştirici ve kullanıcı olarak kazandırması, ortaya ürünler çıkarması, bilgi birikiminin ve belgelendirmenin arttırılması gibi yararları olacaktır. Peki ya başarısız olursa: bir süre sonra yeterince geliştirici bulamaz ve sürdürülemezse, ortaya yeterince kaliteli ürünler çıkaramazsa ne olur? Yine çokça bilgi biriktirmiş ve birilerin ellerini bu işe bulaştırmış oluruz, kimsenin bir şeyi eksilmez. Hayatta başarıya ulaştıramadığımız ilk şey de bu olmaz. Neden Pardus'a destek olmak yerine yeni bir mecrada çalışmayı tercih ediyoruz? Zamanında Pardus neden Debian'a destek olmayı seçmemiş ve kendi dağıtımını çıkarmayı seçmişse o nedenden. Türkiyede özgür yazılım adına yapılacak her şeyi Pardus bünyesinde yapmayı planlamak mümkün olmadığı gibi verimli de olmadığından. Sonuç olarak Topluluk Dağıtımı projesine başlıyoruz. İlk yapacağımız iş Pardus'la ilgili bütün platformlara ulaşıp onların görüşlerini alarak proje için bir sosyal sözleşme ortaya koymak ve projenin çerçevesini çizmek olacaktır.

27 Mart 2011 Pazar

Gnome daha iyi Türkçe konuşsun


Biliyorsunuz LXDE ve Enlightenment çevirileri kısa sürede %100'e ulaştı. Xfce ise %95'te. Çeviri çalışmalarına katılmak isteyenler için fırsat kaçmış değil; sırada ilgi bekleyen Gnome var. Gnome3'ün kullanıcının karşısına çıkan bölümü %78, Gnome2'nin ise %86 oranında çevrilmiş Türkçeye. Belgelendirmelerin hali ise içler acısı: %0.

Gnome çeviriler için biraz farklı bir yöntem izlediğinden diğer masaüstlerinde yaptığımız gibi bir web sayfasından her mesajı ayrı ayrı çeviremiyoruz. Sistemin nasıl işlediğini detaylarıyla anlatan bir sayfa var.

Ah keşke Pardus'ta Gnome olsa diyenler, çevirilere destek olsanız da tüm dağıtımlar Gnome'u daha fazla Türkçe kullanabilseler harika olmaz mı?

18 Mart 2011 Cuma

Gnome 3 Partisi


Gnome 3'ün duyurulması 6-10 Nisan tarihleri arasında dünyanın dört bir köşesinde kutlanacak. Biz de Çanakkale'de bunun için bir araya geleceğiz.

Bu kadar Gnome sevenin olduğunu duyuyoruz, bakalım nerelerde etkinlikler olacak.

17 Mart 2011 Perşembe

Hangi Masaüstü Ne Kadar Türkçe Konuşuyor?

ÇoMaK için çalışırken masaüstü ortamlarının istediğimiz kadar Türkçeleştirilmediklerini gördük. Bütün özgür yazılım projeleri gibi masaüstü ortamları da gönüllüler tarafından çevirildiğinden bu durum için şikayet edebileceğimiz, sızlanabileceğimiz kimse yoktu elbette. Diğer dillere nasıl çevrilmişlerse Türkçeye de aynı yolla çevirilmeleri gerekitiğinden mevcut durumun bir görüntüsünü almak bir yol haritası çıkarmak açısından yararlı olur diyerek her bir masaüstüne teker teker bakalım. Aşağıda verilen oranlar Pardus'a özel oranlar değildir; herhangi bir Linux dağıtımı bu masaüstü ortamını alıp paketlediğinde karşılaşacağı oranlardır. Yani projelerin kendi resmi çeviri oranlarıdır.

KDE: Pardus'un öntanımlı masaüstü olan KDE'nin Türkçe çeviri oranı %84.49. Bu oldukça iyi bir oran sayılabilir ama hala her altı mesajdan birinin çevrilmemiş olması yapılacak çok iş olduğunu gösteriyor. KDE'de çevirilecek kelime sayısı 100 binin üzerinde.

LXDE: İlk üzerinde çalıştığımız masaüstü ortamı olan lxde sayesinde Türkçe çeviri eksikliğinin farkına vardık. Gönüllülere yaptığımız ilk duyuruda %79 olan LXDE Türkçe çeviri oranı bir günden kısa bir sürede %100'e ulaştı. Elbette LXDE ile KDE boyut olarak çok farklı projeler. LXDE'de 4500'ün biraz üzerinde kelime bulunuyor.

Enlightenment: Enlightenment da Türkçe çeviri konusunda yaklaşık olarak KDE ile aynı yerdeydi biz kendisiyle uğraşmaya başladığımızda. LXDE çevirilerine olan yoğun ilgiden cesaret alarak bir duyuru daha yaptık ve bugün itibariyle Enlightenment Türkçe çeviri oranı %98'e ulaştı. Çevrilmemiş sadece 68 mesaj kaldığından çok kısa bir sürede o da %100'e ulaşır diye düşünüyoruz.

Fluxbox: En sade ve hızlı masaüstlerinden biri olan Fluxbox'ın dil dosyaları diğerlerinden farklı olarak bir düz metin dosyasında bulunuyor ve internet üzerinden ortaklaşa çevirilmeye uygun değil. Mevcut çeviri yıllar öncesinde yapılmış ve oldukça eksik olduğundan bu dosyanın formatını değiştirip birlikte çalışabileceğimiz bir hale dönüştürüp çalışma sonuçlanınca tekrar fluxbox'ın kullanabileceği bir duruma getirmeyi planlıyoruz.

XFCE: XFCE çok kısa bir süre önce 4.8 sürümünü çıkardı ve bu yeni kararlı sürümün çeviri oranları yaklaşık %70 civarındaydı. XFCE çevirisi yapmak için önce sistemde bir kullanıcı oluşturmak, ardından çeviri listesine bunu haber vermek, en son olarak da Türkçe ekip koordinatöründen ekibe katılmak için yetki almak gerekiyor. Yapılacak çok iş varmış gibi görünebilir ama tüm bu işlemler yarım saat sürmüyor. Yeter ki siz katkı vermek isteyin, herkes kolaylaştırmaya çalışıyor işlemleri. Şu anki XFCE Türkçe çeviri oranı %74'e ulaştı.

GNOME: Gnome'un 2.32 serisi için Türkçe çeviri oranı %86 iken, merakla beklenen 3 serisinin %78'i Türkçeye çevrilmiş durumda. Çevresiyle birlikte düşünüldüğünde KDE kadar büyük bir proje olan GNOME tarafında yapılacak çok iş var. Örneğin GIMP ve ailesinin çevirileri henüz %17 seviyesinde. Nisan ayından sonra GNOME ile ilgili çokça yazacağımızdan şimdilik bu konuyu biraz öteleyebiliriz sanırım.

Kendi dilimize çeviri yapabilmek özgür yazılım dünyasından aldıklarımızın birazını olsun geri verebilmenin bir yoludur aslında. Sanki kendimiz yazmışız gibi bize verilen, büyük emeklerin karşılığı olan özgür yazılımlara çoğumuzun verebileceği tek karşılık onları Türkçeleştirmek. Kod desteği vermek, hata takip sistemlerine kayıt girmek, belgelendirme yapmak çoğumuzun ilgi alanı dışında ama kullandığımız bir programın menülerinde gördüğümüz İngilizce ifadeleri çevirmek kolayca yapabileceğimiz bir iş.

Özgür yazılım topluluğundan hep alıyorum, benim katkım hiç olmuyor diyenler; ben şu masaüstünü değil başkasını beğeniyorum diyenler; yukarıdaki masaüstlerini Türkçe kullanmamız sizlerin elinde. Yaklaşık bir buçuk ay sonra; 1 Mayıs'ta yeniden bir durum değerlendirmesi yazacağım bu konuda ve ne kadar yol katettiğimizi göreceğiz. Çok büyük bir ilerleme gerçekleştireceğimize inanıyorum.

11 Mart 2011 Cuma

XFCE eksik kalmasın


LXDE ve Enlightenment'ın Türkçe oranlarını %100'e taşımaya çalışırken XFCE de eksik kalmasın diyerek onunda fitilini ateşleyelim: https://translations.xfce.org/projects/p/xfce/r/xfce-4-8/l/tr/

XFCE'nin çeviri oranları %83 civarında ama henüz hiç çevrilmemiş 4 dosya da bulunuyor. İnanıyoruz ki topluluğun el ele vermesiyle çok kısa bir sürede XFCE tüm dağıtımlar tarafından %100 Türkçe ile kullanılabilecektir.




Bu duyurunun üzerinden bir hafta geçtikten sonra Türkçe, XFCE'nin en yüksek yüzdeyle çevrildiği üçüncü dil oldu. Hedefimiz %100.

Daha iyi Türkçe konuşma sırası Enlightenment'ta


LXDE Türkçe çevirileri için yaptığımız çağrı sonucunda bir günden kısa sürede çeviri oranı %100'e ulaştı. Bu sürece katılan herkese çok teşekkür ediyoruz. Katılamayanların ise üzülmesine gerek yok. Bu defa yeni bir çağrıyla herkesi Enlightenment'ı Türkçe'ye çevirmeye davet ediyoruz. Şu andaki durumda toplan 3223 cümleden çevirilmeyi bekleyen sayısı sadece 472 ki bu da %86 oranında hali hazırda çevrilmiş olduğunu gösteriyor. https://launchpad.net/enlightenment adresinden üye olarak ayrıca bir yetkilendirmeye gerek kalmadan çeviri yapmaya başlayabilirsiniz.

Haydi şimdi de beraberce Enlightenment'ı daha iyi Türkçe konuşturalım.

9 Mart 2011 Çarşamba

Haydi LXDE'yi daha iyi Türkçe konuşturalım


14 Şubat 2011 tarihinde Bonobo kod adı ile yayınladığımız LXDE'li Pardus imajının ardından, LXDE projesinin Türkçe çevirilerinin iyileştirilmesi gerektiğini hepimiz gördük. LXDE bütün çevirileri için bugüne kadar transifex.net'i kullanmış, ancak transifex versiyon kontrol sistemleri desteğini bırakmaya karar verdiğinden bu işlemleri poodle'a taşımaya karar vermişler. Bugün itibarı ile toplam 20 dosya üzerinden 4508 kelime içerisinden 3549 kelime çevirilmiş durumda. Genel çeviri yüzdesi 79% ve 312 dizgenin çevrilmesi bekleniyor. Tabi bütün iş bununla bitmiyor, bu güne kadar yapılmış çevirilerin de iyileştirilmesi gerekiyor. 1 Nisan'da yayınlanmasını planladığımız ikinci LXDE'li Pardus imajının, çevirileri tamamlanmış uygulamalar içermesi için hepinizin katkılarına ihtiyacımız var. Hedefimiz kısa süre içinde çeviri oranını %100'e taşımak ve çeviri kalitesini çok iyi bir seviyeye getirmek.

Bugüne kadar LXDE kullanıyorum, kullanmak istiyorum diyenleri çeviri konusunda etkin olmaya davet ediyoruz. Haydi poodle'da bir hesap açıp LXDE'yi beraberce daha iyi Türkçe konuşturalım.

8 Mart 2011 Salı

IV. Ağ ve Bilgi Güvenliği Sempozyumu


21-22 Ekim 2011 tarihlerinde ODTÜ KKM'de bu yıl dördüncüsü yapılacak IV. Ağ ve Bilgi Güvenliği Sempozyumuna ilgili konularda çalışan herkesi bekliyoruz.

7 Mart 2011 Pazartesi

Belgelendirmeler için öntanımlı dil ne olmalı?

Günümüzde herhangi bir alanda geliştirici olabilmek için mutlaka İngilizce bilmek gerekmesi hoşumuza gitse de gitmese de bir gerçek. Hem dünyada ne yapılıyor anlayabilmek için, hem de yaptığınız şeylerin Türkçe konuşmayan insanlara tarafından da anlaşılabilmesi hatta katkı verilebilmesi için İngilizce okuyabilmek ve yazabilmek gerekiyor. Buraya kadar üzerinde tartışılacak bir şey yok aslında.

Burada üzerinde tartışmak istediğim konu ise biraz başka: Bir topluluk dağıtımı belgelendirmesini öntanımlı olarak hangi dilde yapmalı?

Belgeleri önce İngilizce yazıp, ardından Türkçeye bazılarını çevirmenin arkasındaki nedenleri düşündüğümde şunları görebiliyorum (Bunlar bir yerde böyle yazmıyor. Ben düşünüyorum.):
  • Sonuçta yapılan iş evrensel, bu yüzden herkesin okuyup anlayabileceği, katkı verebileceği bir dilde belgelendirme yapılmalı deniyor olabilir.
  • Geliştiricinin mutlaka İngilizce bilmesi gerekmiyor mu? Buradan alışmaya başlasın deniyor olabilir.
  • Geliştiriciler kendilerini İngilizce daha iyi ifade ediyor olabilirler.
  • Projenin katkı verenlerinin hatırı sayılır bir kısmı Türkçe okuyamıyordur, hatta bu belgeleri yazanlar sadece İngilizce biliyor olabilir.
Madem kendi kendime konuşuyorum, bunlara madde madde değil ama bütüncül bir cevap verebilirim sanırım. Bence Pardus'un ülkemize en önemli katkısı etrafında oluşan özgür yazılım topluluğudur. Elbette bir çok başka katkısı da var ama en önemlisi insanların özgür yazılım konusuna ilgi duymalarını, geliştirme yapmalarını sağlamasıdır bence. Bu açıdan bakınca ikinci ve üçüncü maddeler şaka gibi duruyor farkındayım. Birinci ve dördüncü maddelerin haklılık payı var diye düşünülebilir ama rakamlara bakalım bu konuda isterseniz:

Ohloh.net özgür yazılım projelerinin ve yazılım geliştiricilerin geçmeişlerini görebilmek için süper bir kaynak. Ohloh'ta Pardus sayfasına baktığımızda başlangıcından bu yana 181 kişinin svn depolarına yazdığını görebiliyoruz. Yeni geliştirici adayları filan da bunun içinde ama sayıları biraz yuvarlak almakta bir sorun olmadığını hepimiz birazdan göreceğiz. Ohloh'taki geliştirici adlarını gerçek isimlere dönüştürmek için de Pardus svn'indeki accounts dosyasını kullanabiliriz. Bu dosyaya ve ohloh'a bugün bakınca toplam 27 kişinin anadilinin Türkçe olmayabileceğini tahmin edebiliyorum. Geliştirici sayısı olarak %15 az değil gibi görünüyor. Şimdi de yapılan commit'lere bakalım. Hatta bu commit'leri bir pasta grafikte gösterelim zamanında Gökmen'in yaptığı gibi. 27 kişi az değil ama kişilerin katkısını sayısal olarak görebileceğimiz tek şey ohloh üzerinde yapılan commit sayısı. Bugün itibariyle 117455 kayıt görünüyor (rakamlar öyle çarpıcı ki üç aşağı beş yukarı farketmiyor göreceksiniz). Bu kayıtların sadece 1878 tanesi yukarıda bahsettiğim 27 kişiden geliyor. Oran 0.016 yani her 100 katkıdan sadece 1'i Türkçe konuşmayan birilerinden gelmiş bu güne kadar. Demek ki bütün belgeleri sanki geliştiricilerin hepsinin İngilizce belgeye ihtiyacı varmış gibi yazmanın kayda değer bir getirisi olmamış Pardus'a. Madem şekil önemli bu da grafiği:

Önemli olan kişi sayısı ve commit sayısı değil onların toplum üzerindeki olumlu etkisi denebilir. Ben de büyük oranda bu fikre katılırım ama bu fikri grafiklendirmek mümkün olmadığı gibi grafiği çüzülebilseydi bile çok daha acımasız bir oranın Türkçe konuşanlar lehine olduğunu görürdük.

Bunları Pardus'un yaptığı yanlış demek için yazmadığım anlaşılıyordur ama yine de söylemekte fayda var: Pardus'un kendi dinamikleri ve ona göre aldığı kararlar var. Bence onların bazılarını farklı yapmak daha iyi olabilir ama onları tartışmanın yeri bu blog değil. Bunları olur da bir topluluk dağıtımına başlarsak aklımızda olsun diye yazdım.

Son söz: Topluluk dağıtımında Türkçesi olmayan hiç bir belgelendirme olmamalı (belgeler İngilizce'ye çevrilmesin mi sorusuna okuyucuya hakaret sayılmasın diye değinmiyorum). Madem ülkemizde bir özgür yazılım ekosisteminin oluşmasını istiyoruz, bunu ancak kendi dilimizde yapabiliriz.

Mart ayı ÇoMaK sürüm takvimi

Mart ayı içinde ÇoMaK ekibi olarak yapmayı planladıklarımız şunlar:

8 Mart
: Sadece enlightenment masaüstü ortamını içeren bir kurulabilen cd,

9 Mart: LXDE üzerinde tüm ayarları yapabilen Kaptan,

14 Mart: Aktif olarak geliştirilen bütün enlightenment programlarının paketlenmesi,

14 Mart: Sadece fluxbox masaüstü ortamını içeren kurulabilen cd,

21 Mart: Enlightenment üzerinde tüm ayarları yapabilen Kaptan,

25 Mart: Fluxbox üzerinde tüm ayarları yapabilen Kaptan,

25 Mart: Pardus depolarına alınmamış tüm xfce programlarının paketlenmesi,

28 Mart: Sadece XFCE masaüstü ortamını içeren (Kaptanlı) kurulabilen cd,

31 Mart: Bütün manager'ların KDE bağımsız çalışabilir hale getirilmeleri ve 'çok acayip' olanlar hariç hata kayıt sistemindeki açık tüm hatalarının kapatılması,

1 Nisan: LXDE, Enlightenment ve Fluxbox için hazırlanmış kurulabilir cd'lerin tümünün güncel halleriyle yeni sürümleri.

5 Mart 2011 Cumartesi

Camia Dağıtımı Toplantısı

Son dakikada başvuruda bulunduğum toplantı talebine Linux ve Özgür Yazılım Günleri düzenleme kurulundan olumlu cevap geldi. Camia dağıtımı konusunda söyleyecek sözü olan, söyleneni dinlemek isteyen herkesi 1-2 Nisan'da istanbula bekliyoruz.

Bu mesajı mümkün olduğunca çok kişiye ulaştırmanızı rica ediyorum, zira ne kadar çok kişinin haberi olursa o kadar farklı fikirle karşılaşabiliriz. Olsun/olmasın demek bile sessiz kalmaktan iyidir!

2 Mart 2011 Çarşamba

Neden Enlightenment?


Enlightenment Pardus'un KDE'den sonra kararlı depolarına aldığı ikinci masaüstü ortamı olmasına rağmen neden ÇoMaK projesinde Enlightenment'lı bir sürüm çıkarmaya çalıştığımız hakkında yazıp konuyu aydınlatmak iyi olacak.

Daha önce yazdığım gibi projenin hedeflerinden biri Pardus teknolojilerini KDE bağımsız hale getirmeye çalışmak diğeri de KDE haricindeki masaüstü ortamlarını kendi başlarına çalışabilir hale getirmekti. 2011 depolarındaki Enlightenment elbette çalışıyor ama bazı işleri KDE araçlarını kullanarak gerçekleştiriyor. Örneğin oturum açma yöneticisi olarak kdm, pdf okuyucu olarak okular kullanılıyor mantıklı olarak. ÇoMaK'ta ise KDE bağımlılığı olan hiç bir araç yer almıyor. Yukarıdaki örnekten gidersek, açılış yöneticisi olarak elsa, pdf okuyucu olarak epdfview kullanılacak yakında çıkacak iso'da. Belki de en doğrusu bu araçları kullanmak olmayacak ilerisi için ama şimdi bu araçları hazır hale getirmenin öğretici tarafları var. Örneğin hazır hale getirmeye çalıştığımız elsa'nın henüz yayınlanmış bir sürümü yok, svn'den çekip paketliyoruz ;) E17'nin yapılandırma dosyalarını bile farklı bir şekilde saklıyor olması öğretici olduğu kadar uğraştırıcı da oluyor işin doğrusu.

Pardus kullanıcılarına sınırlarda gezen bir Enlightenment sürümü sunmayı planlıyoruz. Nasılsa kullanıcılar bu sürümün bir geliştirme sürümü olduğunu bileceklerinden nihayi halini almamış paketlerle karşılaşmaktan şikayetçi olmayacaklardır.

28 Şubat 2011 Pazartesi

Pardus'tan bir topluluk dağıtımı çıkartıyoruz!

Pardus'u temel alan bir topluluk dağıtımı hazırlamak dönem dönem konuşulan ama hayata henüz geçirilmemiş bir proje. Pardus projesi kısıtlı kaynaklarını her zaman camianın öncelikleriyle uyumlu bir şekilde kullanmadığından/kullanamadığından belki de Pardus'un içinden yeni bir dağıtım çıkarmanın zamanı gelmiştir. Bu yeni dağıtım kendi kendini yönetir ve kendi ürünlerini ortaya çıkartabilirse bunun Pardus'a da faydaları olacaktır. Camia'dan yeni isimlerin ellerini bu işe bulaştırmaları, farklı sebeplerle Pardus'tan ayrılanların bu projeye (belki de) dönmeleri, farklı öncelikleri olanların camia dağıtımına katılma ihtimalleri ilk akla gelen yararlar arasında sayılabilir sanırım.

Bu konu hakkında fikirlerini söylemek isteyenleri 1-2 Nisan'da İstanbul Bilgi Üniversitesinde düzenlenecek olan Özgür Yazılım ve Linux Günlerine bekliyoruz. O zamana kadar fikirlerini yazmak isteyenler Pardus/Camia listesine yazabilirler.

Bilmök 8'i ben düzenleseydim

  • 3 gün çok uzun zaman. Her sene aynı konuları konuşturmak yerine üniversitelerin daha fazla işin içinde olacağı oturumlar düzenlerdim. Şöyle harika bir şey yaptım diyen her üniversitenin konuşmasına imkan sağlamaya çalışırdım. Yeni bir sözü olmayan hiç bir üniversite hocasını çağırmazdım.
  • Herkesin çıkıp sunum yapmasına imkan olmadığına göre yaptıkları işleri gösterebilecekleri poster alanı düzenlerdim. Her üniversitenin 1-2 kontenjanı olsa dünya dolu çalışma sergilenebilir orada. Diğer okullarda neler yapılıyor görmüş olur diğer öğrenciler.
  • Son 3-5 yılda mezun olmuş ve acayip işler yapan bilgisayar mühendislerini çağırı konuştururdum.
  • Bütün konuşmacıları sakın ha 'teknik ayrıntılara girmek istemiyorum' deme diye uyarırdım. Teknik ne konuşacaksın arkadaşım? anlarız, biz de bilgisayar mühendisi olacağız anlamasak da birazcık teknik bizi öldürmez derdim.
  • Oturumları kesinlikle zamanında başlatırdım. Bu, hem katılımcılar hem konuşmacılar hem de internetten izleyenler için çok önemli.
  • Konya'daki bilmök'de olduğu gibi konuşmacının slaytlarının yanına twitter'da #bilmok ile işaretlenmiş iletilerin gösterildiği bir projeksiyon daha kullanılırdım.
  • Mutlaka netten yayınlardım bütün etkinliği.
  • Sonuçta oraya gelen her bilgisayar mühendisliği öğrencisinin 'bir şekilde' konuşmasını sağlamaya çalışırdım. Artık panelde mi konuşur, poster başında soru mu sorar nasıl olursa olsun konuşmalı.

27 Şubat 2011 Pazar

Bilmök 7tepe


İşin doğrusu geçen yıl 3M konuşmaya gitmeden önce BİLMÖK hakkında pek bilgim yoktu. Sadece bilgisayar mühendisliği öğrencilerinin biraraya gelip kendi sorunları hakkında konuştukları bir etkinlik olarak düşünüyordum BİLMÖK'ü. Bu yıl pirimiz Stallman gelecek diye yanımıza oğlumu da alıp Oğuz'la birlikte İstanbul'a gittik.

İlk gün cuma olduğundan oturumları Zeitin'nin yayınından seyretmiştim. Mavi salonda yapılan Özgürlükiçin oturumundan ve başkanımız Hakan'ın son konuşmasından başka kayda değer bir şey yoktu. Tamamı bilgisayar mühendisliği öğrencilerinden oluşan bir topluluğa bilgisayar mühendisliği nedir diye anlatanlar mı ararsınız, kim bilir nerede konuşmak için hazırladığı sunumu burada sunup slaytları okuyanlar mı? hepsinden örnekler vardı. Bilgisayar mühendisleri odası ve müfredat gibi kaç yıldır konuşulan ve sadece öğrencilerin aralarında konuşarak halledemeyecekleri konularla BİLMÖK'lerde havanda su dövülülüyor maalesef.

İkinci gün ilk oturum zamanından çok geç başladığı için Pardus paneline vakit kalmadı. Düzenleme komitesinin geç başlamalarla ilgili mazeretinin daha çok kişinin katılmasını beklemek olması da maalesef organizasyon konusuda çok tecrübesiz olmalarından kaynaklanıyordu. Stallman konuşmasını geciktiremeyeceklerinden Pardus paneline gerçekten çok az zaman kaldı.

Bir iki cümle de Pardus Paneli hakkında yazayım. Bence geliştiricilerin bu panelde olduğu gibi topluca sahnede yeralmaları dinleyiciler için iyi bir şey. Eğer planladıkları gibi zaman yetseydi eminim çok daha başarılı bir oturum olacaktı. Renan zamanla çok daha iyi bir oturum yöneticisi olabilir ama dinleyiciyi dövme fikrinden vazgeçerse. Elinde mikrofon ortada gezen adam her ne olursa olsun soru soran birine kızıp onu fırçalamamalı. Bence orada soru soranlar öyle değildi ama diyelim ki soru soran kötü niyeli biri olsa ve Pardus'a çamur atmaya çalışsa bile onu fırçalamak kesinlikle olumsuz bir etki bırakıyor dinleyiciler üzerinde. Renan da henüz çok genç, zamanla edineceği tecrübelerle bu işleri daha iyi kotaracaktır.

Pardus panelinden sonra Stallman için salona girince konuşmadan önce bir halk oyunları ekibini seyredeceğimizi bilmediğimden pek şaşırdım doğrusu. Salon neredeyse tamamen doluydu. Halk oyunlarından sonra Stallman sahneye çıktı ve yazılım patentleriyle ilgili uzun bir konuşma yaptı. Bence bu konu en fazla 15 dakikada anlatılabilecek bir konuydu ama Stallman bir sürü örnekle anlattı da anlattı. Sahneye çıkınca ayakkabılarını çıkarması, sorular sırasında gelen istek üzerine free software song'u söylemesi seminerin dikkat çeken taraflarındandı. Konuşma bittikten sonra gelen sorular ise içler acısıydı. Hala 'parasız yazılım geliştirilir mi?', 'yazılım patentleri büyük yazılımlar için iyi olmaz mı?' gibi sığ soruların yanı sıra Stallman elli kere uyardığı halde özgür yazılım yerine açık kaynak kullananlar da vardı. Stallman 'sizi sahneden iyi duyamıyorum, anlamıyorum' dediği ve Türkçe sorarsa konuşmacının kulaklığından tercümesini duyacağını bilmesine rağmen İngilizce konuşup hava yapmaya çalışanlara çok fena ayar verdi. Ama bunu deneyenlerin sayısı o kadar fazla oldu ki inanamadım buna. Her seferinde biri rezil oluyor ve bayrağı diğeri alıyordu. Efendi gibi Türkçe konuşanların da soruları acayip olduğundan onlar da dalga konusu oldular işin doğrusu. Konuşurken kullandığı argümanlar keşke şunlar olsaydı filan demek mümkün ama Stallman gibi dünyayı değiştirmiş birini görmek, dinlemek harikaydı.

Bu yazı çok uzun olduğundan seneye Ege Üniversitesinde yapılacak olan Bilmök için önerilerimi bir sonraki yazıya bırakıyorum.

22 Şubat 2011 Salı

IPv6 Destekli Özgür Video Koferans Yazılımı: fi6en

Ulusal IPv6 Protokol Altyapısı Tasarımı ve Geçişi Projesinin çıktılarından biri de bizim geliştirdiğimiz IPv6 destekli video konferans yazılımı oldu: fi6en. Projenin diğer çıktıları gibi bu da elbette bir özgür yazılım, bizden de beklenen budur herhalde. Eski öğrencilerim Cem Sönmez ve Kaan Özdinçer projede mühendis olarak çalıştılar ve fi6en'e ipv6 desteğinin yanı sıra; çoklu görüntü ve ses akışı, beyaz tahta modülü, ekran paylaşımı, dosya paylaşımı (pdf, odp, ppt, png, jpg, gif), parola korumalı ve ileri tarihli oturum açma özelliği, değişik yetkilerde kullanıcılar, çoklu dil desteği ve elbette bir yönetim paneli yazdılar. Fi6en'in sayfasında kurulum ve kullanım için ayrıntılı bilgiler bulunuyor, hatta kurmaya üşenenler için Pardus 2011 üzerine kurulmuş halinin iso'su ve önce denemek isteyenler için de bir demo adresi var. Yazılıma katkı vermek, kurcalamak isteyenler için ilk günden bu yana svn deposunun açık olduğunu söylememe gerek yok herhalde.

Linke tıklamaya üşenenler için sayfadan alıntı yapayım:

fi6en ipv6 destekli, web üzerinden çalışan açık kaynak kodlu bir video konferans yazılımıdır. Ipv6'nın bazı özellikleri, çoklu yayım (multicast), servis kalitesi (Quality of Service), dolaşabilirlik (mobility), IPseq gibi, video konferans yazılımlarının da ihtiyaç duyduğu özellikler olması dolayısıyla “Ulusal Ipv6 Protokol Altyapısı Tasarımı ve Geçişi Projesi”nde örnek uygulama olarak seçilmiştir. Oluşturulan yazılım IPv6 ileri seviye özelliklerinin yazılım alanında kullanımı konusundaki bil-yap (know-how) bilgisinin oluşmasını sağlamak amacını taşımaktadır. Ayrıca geliştirilen yazılım sayesinde, yürütülen benzer çalışmaların takip edilmesi, eksikliklerinin görülmesi/giderilmesi, bu çalışmaların Türkiye'deki araştırmacılara ve kullanıcılara aktarılması ve IPv6'nın getirdiği yeniliklerin kullanılabilmesi amaçlanmıştır.

18 Şubat 2011 Cuma

Oğuz Kripton'a geri döndü

Öğrenciliğinde de birlikte çalışma fırsatı bulduğum Oğuz Yarımtepe İzmir'de yüksek lisans yapıp ardından Kıbrıs'ta bir süre çalışıp ardından yine İzmir'de doktoraya başladıktan sonra aramıza geri döndü. Yıllardır özgür yazılım camiasının içinde olan Oğuz'la birlikte daha çok öğrenciyle ilgilenip daha iyi işler ortaya çıkaracağımıza inanıyorum.

Hoşgeldin Oğuz ;)

16 Şubat 2011 Çarşamba

IPv6 destekli balküpü: KOVAN



8 Aralık 2010 tarihli ve 27779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan "Kamu Kurum ve Kuruluşları için IPv6’ya Geçiş Planı” konulu Başbakanlık Genelgesi ile etkilerini yaşamaya başladığımız bu projenin çıktıları kısa bir süreç içinde hepimizi etkileyecek. Bu konuda ilerleyen günlerde detaylı yazacağım ama şimdi bahsetmek istediğim şey bu projenin çıktılarından biri olan bir özgür yazılım: KOVAN.

Kovan bir IPv6 balküpü projesi. IPv6 geçiş mekanizmalarının güvenlik açısından incelenmesi, IPv6 güvenlik açıklarının araştırılması, IPv6 ağlarında solucan yayılımının incelenmesi ve IPv6 ağlarında mevcut ve yeni güvenlik tehditlerinin belirlenmesi amaçlarıyla geliştiriliyor.

Çok ayrıntılı belgelendirmesi bulunan Kovan'ın dünyada bir benzeri yok. Sadece kullanmak bile çok öğretici olacaktır. Umarım bu özgür yazılım projesi katkıcı, destekçi bulabilir.

Bu hafta bitmeden bir özgür yazılım projesinin daha duyurusunu yapacağım: fi6en.

15 Şubat 2011 Salı

Memlekette hiç utanma kalmamış

Geçen hafta sonu Ankara'dan gelen misafirlerimizi tarihi milli parkı gezmeye götürdük. Çanakkale pek yol üstünde bir şehir olmadığından misafirlerimizin neredeyse hiç biri şehitlikleri gezip görmemişlerdi. Çok iyi bir rehber eşliğinde hepimizi duygulandıran bir gün geçirdik. Nasıl muazzam bir savaş yapıldığına her gidişimde yeniden hayret ediyorum.
Neyse bahsetmek istediğim şey Çanakkale savaşları değil; koca milli parkın bakımsızlığı. Yandaki fotoğrafta görülen tabela aslında her şeyi özetliyor. Bu levha yıllardır orada. Zaten anıt diye oraya dikilen şey sadece planlanan anıtın kaidesi olmasına rağmen onun da yanına yaklaşmak yıllardır yasak. Kaidenin üzerine yapıştırılan mozaikler sapır sapır aşağı dökülüyor. Çanakkale savaşındaki diğer tafafların en geç 1920'de tüm mezarlıklarını ve anıtlarını tamamladıklarını ve hala harika durumda olduklarını düşününce insanın kahrolmaması mümkün değil.
Her yıl milyonlarca ziyaretçisi olan ülkemizin en büyük anıtının kaplamasını bile yıllardır düzenleyememiş olmamıza katlanamıyorum gerçekten. Kimse bana paradan filan bahsetmesin çünkü senede bir kere yapılan törenler için anıtın hemen yanına berbat görünümlü bir tribün yapılmış durumda. Kimsenin görmediği gizli saklı bir yer de değil burası. Her sene bütün devlet büyükleri geliyor ama yıllardır bu durumda burası. Anıtın altında bulunan müzenin de yıllardır kapalı olması konusuna girmek istemiyorum bile.
Oraları görüp deli olmamak mümkün değil.

Google Code-In'de ödül alan bizim çocuklar

Google kasım ayında bütün dünya çapında 13-18 yaş arası öğrencileri hedef alan yeni sosyal etkileşim projesini duyurmuştu. Aynı zamanda bir yarışma olan Code-In'de sona gelindi ve ödül alan 14 kişi açıklandı. 14 kişi arasında bizim çocuklardan ikisini görmek beni çok mutlu etti. Umarım bu genç arkadaşları ileride aramızda görürüz:

Bonobo bir günde 1600'den fazla indirildi

ÇoMaK ekibinin dün duyurduğu Bonobo'ya ilgi beklediğimizden çok fazla oldu. Duyurunun üzerinden 24 saat geçmeden 531 kez 64bit sürümü, 1088 kez de 32bit sürümü indirildi. Bonobo neredeyse tüm Pardus araçlarını içerdiği gibi masaüstü ortamı olarak da LXDE ile birlikte geliyor. Bu bir günlük sürede nette gördüğüm bir kaç soruyu topluca buradan cevaplayayım:
  • Neden masaüstü Gnome değil? Çünkü Gnome bu projenin büyük işi ve onu 3 serisiyle birlikte sunmak istiyoruz. Tüm Pardus teknolojileri hazır olduğunda ve Gnome3 çıktığında Pardus kullanıcıları sadece Gnome'lu bir Pardus da kullanabilecekler.
  • Neden Bonobo bu kadar büyük boyutlu? KDE'li Pardus ile LXDE'li Pardus arasıdaki tek farkın masaüstü ortamları olmasına dikkat ettik. 2011 kurulum cd'sinden çıkan ve KDE paketi olmayan her şeyi dvd'ye almaya çalıştık. Bu sürümün kullanılabilir olmasını istediğimiz için kullanıcıların mutlaka ihtiyacı olan ama birer KDE paketi olan programların yerine muadillerini de aldık dvd'ye. Hal böyle olunca boyut büyüdü.
  • Karşılaştığımız hataları nereye bildirebiliriz? Henüz ÇoMaK ürünleri resmi olarak Pardus ürünü sayılmadığından bugzilla'ya hata kaydı açılamıyor. Bunun yerine comak listesine yazabilirsiniz, blog'a yorum bırakabilirsiniz. Her ne kadar netteki forumlara, haber sitelerine bakmaya çalışsak da hepsine yetişemeyeceğimizi hesaba katarak listeye yazarsanız en iyisini yapmış olursunuz.
  • Sırada ne var? Proje takvimimizdeki ilk iki adımdan sonra 19 Haziran'a kadar başka aşama yok gibi duruyor ama çok kısa sürede, 1 ay içinde, enlightenment, xfce ve fluxbox içeren sürümler hazırlayacağız. Ben bir kaç gün içinde bir enlightenment sürümü bekliyorum doğrusu ;)
Bir sonraki sürüm daha iyi olacak.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Richard M. Stallman 7 yıl sonra tekrar Türkiye’ye geliyor


İstanbul Yeditepe Üniversitesi Bilgisayar Topluluğu’nun konuğu olarak Türkiye’ye gelen Stallman, 26 Şubat 2011 Cumartesi günü saat 14:30′da İstanbul’da bu yıl yedincisi düzenlenecek olan Bilgisayar Mühendisliği Öğrencileri Kongresi‘nde (BİLMÖK) “Yazılım Patentlerinin Tehlikesi” konulu bir konuşmada, yazılım patentlerinin yazılım geliştirilmesini nasıl engellediğini anlatacak.

Fırsatı olan kaçırmasın, ben de orada olacağım.

Sahipsiz IPv4 /8 adres bloğu kalmadı

Bir süredir ha bitti, ha bitecek diye yazdığım IPv4 adresleri 3 Şubat'ta bitti. Akademik Bilişim Konferansı için Malatya'da olduğumdan açıklamayı ancak yazabiliyorum.

Kral öldü, yaşasın Kral!

30 Ocak 2011 Pazar

Akademik Bilişim 2011 Başlıyor

Akademik Bilişim Konferansı önce Linux eğitimleri beş koldan başladı. Malatya'da yine harika misafir ediliyoruz.

Konferans Çarşamba başlıyacak. Biraz kar yağıyor ama fırsatı olanlar kaçırmasın ;)

26 Ocak 2011 Çarşamba

Akademik Bilişim 2011 yaklaşıyor


Üniversitelerde bilgi teknolojileri konusunda ilgili grupları biraraya getirerek, bilgi teknolojileri altyapısı, kullanımı, eğitimi ve üretimini tüm boyutlarıyla tanıtmak, tartışmak, tecrübeleri paylasmak, ve ortak politika oluşturmak amaçlarıyla ulusal boyutta Akademik Bilisim 2011 konferansı, bu yıl 02-04 Şubat 2011 tarihlerinde İnönü Üniversitesi'nde yapılacaktır. Konferansta davetli bildiriler, eğitim seminerleri ve yapılandırılmış çalışma grubu/açık oturum türü etkinlikler yapılacaktır.

Konferans öncesi ve konferans sırasında eğitim seminerleri yapılacaktır. Konferans sırasında 20 seminer oturumu yapilacaktır. Konferans oncesi 29 ocak-1 subat tarihlerinde 4 gunluk yogun 5 kurs yapılacaktır. Kurslar: Guvenlik, Linux Sistem Yonetimi, İleri Sistem Yonetimi, Pardus Kurumsal ve PHP konularındadır.

Konferans her yıl olduğu gibi bu yıl da ilgili herkese açıktır ve konferansa katılım ücretsizdir.

Konferansın çerçeve programına bu adresten ulaşılabilir.

14 Ocak 2011 Cuma

Dünya IPv6 Günü

8 Haziran 2011'de Google, Yahoo, Akamai ve Facebook 24 saat süre ile IPv6'ya cevap verme kararı aldı. IPv6 bağlantısı olanlar, o günü Dünya IPv6 Günü olarak kutlayacak.

12 Ocak 2011 Çarşamba

IPv6 Konferansı


Ülkemizde IPv6 teknolojileri konularında çalışan akademik ve endüstriyel katılımcılar arasında yeni işbirlikleri geliştirilmesine olanak sağlamak, araştırma-geliştirme çalışmalarını paylaşmak, konunun bilimsel olarak tartışılmasına ve yeni yaklaşımlar geliştirilmesine katkı sağlamayı hedefleyen IPv6 Konferansı 12-13 Ocak tarihlerinde Ankara'da gerçekleştirilecek.

9 Ocak 2011 Pazar

Batman Üniversitesi Pardus Paneli

20 Ocak Perşembe günü Batman Üniversitesinde düzenlenecek olan Pardus paneline konuşmacı olarak katılacağım. Adıyaman Üniversitesinden Bülent Şener ve Batman Üniversitesinden M. Fatih Uluçam da diğer konuşmacılar olacak. Gevezelik etmek için gelen olursa beklerim.

Gezip gördüklerimi facebook ve twitterda paylaşırım merak edenler için.

2 Ocak 2011 Pazar

Bilgisayar Bilimleri Bölümü Kapatılmasın!

Yıllardır özgür yazılım dünyasının içinde olan, hem düzenlediği etkinliklerle hem de yetiştirdiği öğrencileriyle önemli katma değer yaratan İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri Bölümü kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya. Sendikal faaliyetler açısından da önde gelen üniversitelerden biri olan Bilgi Üniversitesinin Bilgisayar Bilimleri Bölümü LKD ile birlikte Özgür Yazılım ve Linux Günlerini düzenliyordu.

Bölüm öğrencileri bu acayip durumu değiştirmek istiyorlar. En azından seslerini duyurmalarına yardımcı olalım.

Ayı Dağı - Andrew Krivak

Duvar'da dünyada tek sağ kalan kadının hikayesini okuduktan sonra Ayı Dağı'nda (dünyaya her ne olduysa artık) hayatta kalan iki kişi...