Pek de şaşırtıcı olmayan bir şekilde dünya edebiyatının önemli bir kısmı yazarların babalarıyla hesaplaşmasını içeren metinlerden oluşuyor [hayır hayır, böyle başlama yazıya].
Geçen hafta bahsettiği her kitabı ve referanslarını okuduğum ama kendisinden haberim olmayan bir kitabı okudum: Ev Ödevi [1]. İnsanın kendi okuduğu, altını çizdiği bir kitabı hediye etmesi ne büyük incelik. Kitabın ilk bölümü Oğuz Atay'la ilgili olunca ilk aklımdan geçen bütün Atay'ları yeniden okuyayım oldu ama sürekli onları okumaya artık vaktim kalmadığını bildiğimden sadece Korkuyu Beklerken'i [2] yeniden okudum. Bu harika öyküleri defalarca okumuş olmama rağmen Babama Mektup'u belki birkaç sefer ancak okumuşumdur. Hep bir şekilde atlarım onu. Babamla ilgili çok çok az hatıram olduğundan öykünün bana hatırlattığı bir şey de yok aslında. Belki de Atay'ın bir öyküsü olarak değil de kendi yaşamından bir şeyler barındırdığını düşünüp çekiniyorum, bilemiyorum. Atay öykünün hemen başında iki yıl önce ölen babasına şöyle seslendiriyor kahramanına:
"Yıllar önce, sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım."
Babama Mektup'u bu okuyuşumda sonuna gelene kadar klasik Atay metinlerinden biri gibi geldi bana.
"Gene de sonunda sana bütünüyle benzemekten korkuyorum babacığım: Yani ben de sonunda senin gibi ölecek miyim?"
Atay'ın Babama Mektubunu okuduktan sonra Kafka'nın Babaya Mektup'u [3] da okudum peşi sıra. Kafka'nın mektubu Atay'daki ironinin yanından bile geçmiyor elbette. Kafka babasına "özünde iyi kalpli ve yumuşak bir insansın" diyor, "beni sevdiğini inkar ediyor muyum?", hasta olduğunda babasının odasına girmeyip sadece eliyle selam vermesini düşündüğünde bile hala ağlıyor. Babasının kendine başkalarına davrandığı gibi davranmamasına, kendine koyduğu kurallara uymamasına çok üzülüyor olmasına rağmen hayatındaki olumsuzlukları tamamen babasına da yüklemiyor. Bu bağışlayıcı tavrının aslında kendini yukarı çekmek olduğu yönündeki itirazı kitabın sonunda kendi yapıyor. Böyle parantezlerle dolu, kendi yazdıklarına itiraz eden metinleri çok sahici buluyorum. Kafka'nın babasına yazdığı mektubun sahiciliğini değerlendirmek değil elbette niyetim, zaten kimin haddine bu?
Bu yaşımda benim için de geçerli şu cümle bana mektubun en yaralayıcı yeri gibi geliyor (Metin Altıok'un Sarıl Bana şiirini de hatırlatıyor bana)
"çok güç idare edilebilen bir çocuk olduğuma inanmıyorum; sıcak bir sözcüğün, usulca elimden tutulmasının, tatlı bir bakışın istenilen her şeyi sağlayamayacağına inanmıyorum"
İnsanın çocukluğunda bu duyguları yaşamamış olması yetişkinliğinde arzuladığı bu şeylerle karşılaştığında onların farkına varmasını bile engelliyordur herhalde. Kafka'nın babasının gözünde bir hiç olduğunu düşünerek büyüdüğünü okumak insanın içini yakıyor.
Yazıya başlarken iki erkek yazarın babalarına yazdıklarından sonra kadın yazarların çok daha travmatik metinlerinden de bahsetmek istemiştim ama baba kavramı o kadar bilmediğim bir şey ki (kendim de bir baba olmama rağmen) bir de kadınların babalarıyla yaşadıkları hakkında konuşmamın çizgiyi aşmak olacağını düşünüp vazgeçiyorum. Sadece Vigdis Hjorth'un Miras [4] kitabının adını anmış olayım.
Madem babalardan bahsediyorum Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim [5] diyen Can Yücel'i de anmak isterim. Nasıl Atay ve Kafka'nın mektupları babaları tarafından okunmamışsa Can Yücel'in şiiri de babasının ölümünden 13 yıl sonra yayınlanmış; sevgi de yergi de babalarla konuşması kolay şeyler değil demek ki. Yirmili yaşlarımın başında bu şiiri okuduğumda herhalde benim annemi sevdiği kadar sevmiştir babasını diye düşünmüştüm.
Son olarak Cemal Süreya'nın Sizin Hiç Babanız Öldü Mü? şiirinden bahsedip bitireyim. Bu şiirin bendeki duygusu Can Yücel'in şiirine benzerdi. Ne vakit ki Yalnızlığın Başkenti [6] kitabında Yelda Karataş'ın yazısını okudum, o zaman anladım bambaşka bir duygudan bahsettiğini. Belki sizin için de durum böyledir diyerek Süreya'nın bu şiiri 23 yaşında, annesinin ölümünden sonra, babası sağken yazdığını söyleyeyim. Yelda Karataş bu şiir için şöyle diyor:
"Şiirde baba sevgisi yok. Çok sevmek istediği babasının zulmüne duyduğu öfkenin utancı var."
Tahmin ettiğimden uzun olan bu yazıyı oğlumla çocukluğunda çokça dinlediğimiz bir şarkıyla bitireyim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder