Bu soruyu bir kaç yıl öncesine kadar anlamlı bulmazdım. Kitap okumanın bir parçası gibi düşünüyordum okuduğum kitapları evde bulundurmayı. Aslında çok da düşünmüyordum neden bu kitapları tutuyorum evde diye. Kitabı satın alırsın, okursun (bazen okumazsın bile) ve kitaplığa kaldırırsın. İşin doğası böyleydi benim için.
Yıllar içinde evde hatırı sayılır sayıda kitap birikti. Çok az sayıda kitabı tekrar okudum. Evde bin kitap varsa yeniden okuduklarımın sayısı onu bile geçmez. Okumadığım o kadar fazla kitap varken eskilere elim gitmedi demek ki.
Çok az sayıda kitabımı bir başkası okudu. Arkadaşlarım ya bendeki kitapları kendileri de aldılar ya da hiç ilgilenmediler onlarla. Belki üç beş kitabımı ödünç vermişimdir bunca yılda. Birine bunu okumalısın dediğimde bir tane satın alıp hediye ettim çoğunlukla.
Okuduğum kitapları hiç katlamadım, satırların altlarını asla çizmedim. Ben bir daha açıp okumuyorum, başkasına vermiyorum, peki bu dikkat nedendi acaba? Sanki canlıymışlar gibi davrandım onlara hep. Raflara sıkışık koymadığım gibi diğerlerinden ters şekilde de koymadım hiçbirini rafa. Sanki biri onların arasından bir arama yapacakmış gibi konularına, yazarlarına göre sınıflandırarak sakladım yıllarca. Şiir kitapları bir yerde, Rus klasikleri başka bir rafta oldu hep. Çağdaş kadın yazarlarımızı bile yan yana koydum raflara.
Kitaplarımın pek azı özelliği olan kitaplar. Özelliği derken şimdi herhangi bir kitapçıya gidip aldıklarınızdan bir farkı yok çoğunun demek istiyorum. Çok çok azı imzalı veya nadir bulunan ilk baskı kitaplar. Can Yücel'in ilk şiir kitabı 'Yazma'nın ilk baskısını bir imza gününde alıp imzalatmıştım ama böyle 5 kitabım ancak vardır. Birşeyleri biriktirmeyi, koleksiyonu garip bulmuyorum ama benim kitaplarla ilişkim böyle değil. Bir ikisini bir daha bulamayacağım, bir o kadar 'çok acayip hatırası' olanları çıkarırsam gerisini niye evde tutuyorum bilemiyorum doğrusu.
Belki bazılarının artık baskısı bulunmuyordur ama farkında değilim. Ben okumuyorum, benden alıp kimse okumuyor: piyasada bulunmuyor olsa ne olur? Ticari olarak değer kazanmasını beklemiyorum ki kitapların. Hem ben okumuyorsam başka birine versem o okur, o da elinde tutmasa kitap dolaşımda olur sürekli.
Az da olsa hiç okumadığım kitabım da mevcut kitaplığımda. Çok sevdiğim bir yazarın bende olmayan kitabı kalmasın diye aldığım ama ilgimi çekmeyen kitaplar mı istersiniz yoksa başlayıp bitiremediğim, beğenmediğim kitaplar mı? Bir de okumayı isteyerek aldığım ama bir türlü fırsat bulamadıklarım var, bazıları da o kadar kitap arasında unutulup gitmiştir tabi.
Evimdeki bütün kitapları kendim aldım (az sayıdaki hediyeleri saymazsam) yani annemin evinden bir kitap getirmedim kendi evime. Demek ki benim oğlum da onları alıp götürmeyecek. Çok büyük ihtimal evdekileri okumayacak bile. O kendi kitaplarını alıp, kendi tarzını, zevkini belirleyecek. Ben ölünce ya bir kitapçıya verilecek ya da bir köşede okunmadan duracaklar yıllarca. Birlikte geçirdiğimiz bunca yıldan sonra sonları böyle olsun istemiyorum doğrusu.
Artık kağıttan yapılmış kitaplar yerine elektronik kitapları okumayı tercih ediyorum. Hangisini yanıma alsam derdi yok, bu kadar kitap nasıl taşınır derdi yok. Çoğunlukla daha ucuz elektronik kitaplar. Yıpranmıyorlar yıllar geçtikçe. Yeni raflar almanızı gerektirmiyorlar. Onların da altları çizilebiliyor, yanlarına not alınabiliyor (yeniden açmadıktan sonra bunların ne faydası var bilemiyorum doğrusu). Ağaçların kesilmesi de gerekmiyor e-kitaplar için.
Eskiden Ankara'da otururken kitap satın almak bir etkinlikti benim için. Arkadaşlarla birlikte Dost'a ya da sahaflara gidip kitap bakmak, almak, planlar yapmak kendi başına bir eğlenceydi. Artık çok daha küçük bir şehirde, Çanakkale'de, oturduğumdan yıllardır kitapçıdan kitap almıyorum. Nasıl arabamı internetten satın almışsam kitapları da hep internet sitelerinden sipariş ediyorum. Böyle olunca kitap aldığın yerle kurulan bağ, okuduğun kitap hakkında satıcıyla gevezelik etme gibi durumlar da ortadan kalktığından internetten kitap sipariş etmek yerine onu indirip okuyunca bu yönden de bir kaybı olmuyor insanın.
Bir gün evime hırsız girse ve kitaplarımın hepsini çalsa mesela. Gidip hepsini yeniden alır mıyım? Siz elinizdekilerin hangilerini yeniden alırdınız? Benim cevabım bu aralar 'hiç birini yeniden almam' şeklinde.
Bu kadar laf ettikten sonra sanki kitaplarımı sevmiyormuşum gibi de algılansın istemem doğrusu. Hepsini ne zaman aldığımı hatırlıyorum; ilk şiir kitabı satın aldığımda Uğur'a 'bunu roman gibi mi okuyacağım?' diye sorduğum bile dün gibi aklımda. Kapağı katlanmış kitabın hangi otobüs yolculuğunda ne saçma bir şekilde zarar gördüğünü hatırlıyorum ama bunları hatırlatıyorlar diye okuduğum tüm kitapları saklamam gerekmediğini düşünüyorum bir süredir.
Buraya kadar aklınızdaki soruların hepsine cevap verememişsem o konunun ne olduğunu biliyorum sanırım: eski kitap kokusu. Evet bu koku ne e-kitaplarda ne de raftan yeni satın aldığınız kitaplarda var ama evde hiç kitap bulunmasın demiyorum zaten. Ara ara açıp okuduğum kitaplardan bir raf kalsın, onları koklarım özledikçe diye planlıyorum.
Benzer bir şeyi kaset ve cd'lerim için de yapmıştım bir iki yıl önce. Madem bütün arşivimi bir harici diskte tutabiliyorum, evde bu kadar kalabalığın ne gereği var diyerek yıllar boyu neredeyse bütün paramı verip satın aldığım (eskiden müzik de satın alınıyordu) binden çok kaset, cd ve plağı çıkarmıştım elimden. Bu hafta kitaplarımın da sonu aynı olacak. Müzik konusunda aradan geçen zamanda pişman olmadım kitaplarda da olmam herhalde.
Uzun lafın kısası: bu hafta içinde evdeki kitaplarımın neredeyse hepsini elden çıkaracağım. Bunları okumak isteyenlerin ulaşabileceği bir sahafa filan vereceğim galiba. Bundan sonraki kitap alış şeklim fazla değişmeyecek: Yine basılı kitap alacağım ama daha fazla e-kitap tercih edeceğim. Aldığım basılı kitapları rafta bekletmeden okur okumaz elimden çıkaracağım. Alsın başkası okusun, hem ikinci el olunca daha ucuza da alırlar mutlaka.
Ben bunu kırk yaşından sonra akıl edebildim. Siz de bir düşünün isterseniz.
3 Ekim 2011 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
izlediklerimden öğrendiğim bir şeyler var
İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...
-
Bu yıl kabul edilen bizim çocuklar: Ahmet Göksu - Native Graphics Backend for FreeType Demos on macOS Ali Haydar - Implementation of a g-k ...
-
Bu yıl kabul edilen bizim çocuklar: Bora Sabuncu - Remote Control Emre Çelikten - Web Data Collection for Language Modeling Gökçen Eras...
-
İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...