Geçen hafta sonu 650.si düzenlenen tarihi Kırkpınar güreşlerinin son gününü izlemeye Edirneye gittim. Bu kadar yakınımda bu kadar büyük bir etkinlik var, neden gitmiyorum diye uzun süredir düşünüyordum, Serdar da Ankara'dan gelince beraber sabahtan çıkıp Edirneye gittik. Benim beklediğimden çok farklı bir şeyle karşılaştığımdan bu konuda birşeyler karalasam iyi olur diye düşünüyorum.
Güreşler arenayı andıran bir tesiste yapılıyor. Sarayiçi'ne girişe oldukça perişan bir pazar kurulmuş durumda. Onların arasından kısa bir yolculukla güreşlerin yapıldığı alana ulaşılıyor. Er Meydanı da denilen Sarayiçi ilk girişte büyük bir karmaşa izlenimi veriyor insana. Futbol sahasına benzer büyüklükte bir alanda onlarca güreşçi bakmasını bilen gözlerin görebileceği bir düzen içinde güreşiyorlar. Alanın her yanında boy boy güreşçileri başlarında birer hakemle birlikte görmek mümkün. Her müsabaka farklı zamanlarda başladığı için farklı zamanlarda sonuçlandığından bazı güreşçiler peşrev'e yeni başlarken diğer birinin yaşadığı zaferi kutlamasını, diğerinin yenilgi yüzünden yıkılmasını, ağlamasını bir arada görmek mümkün. Benim gibi ilk defa seyreden birinin olayın içine girebilmesi zaman alıyor tabi.
Farklı yaşlarda ve tecrübelerde güreşçiler; örneğin minik 1 boyda güreşen çocuklarla başpehlivanlığa güreşenler aynı anda er meydanında yan yana güreşebiliyorlar. Her güreşçi sanki başpehlivanmış gibi alana takdim ediliyor, aynı ritüel her turda tekrar ediliyor. Özellikle en küçük güreşçilerin (bazıları ilkokula bile gitmiyor gibi göründü bana) 'şu yörenin pehlivanı' diye anons edilmesi ve ardından onun da aynen abilerinin hareketlerini yapması görülmeye değer bir olay bence. Aslında böyle yapılmazsa ileride bu geleneğin sürdürülmesinin mümkün olmadığı da ortada. Gelenek demişken, Kırkpınar'da geleneklere yoğun olarak uyma kaygısı hemen göze çarpıyor.
Güreşler 50 davulcunun dönüşümlü olarak çaldıkları 25 davulun gürültüsü altında yapılıyor. Gürültü diyorum çünkü neredeyse hiç melodi yok ve hiç durmuyor. Dayanılması oldukça güç muazzam bir gürültü var. Bu da gösterinin bir parçası olduğundan yapılacak birşey yok gibi duruyor ama çıkışta kafanızın şiştiğini anlıyorsunuz.
En büyük ilgi bir hafta süren etkinliğin sonunda yapılan başpehlivanlık finaline gösteriliyor. Çok büyük bir kalabalık tarafından izlenen final müsabakası filmlerde gördüğümüz gladyatör dövüşlerine benziyor. Diğer bütün kategorilerdeki güreşler sona erip madalyaları verildikten sonra günlerdir tüm rakiplerini yenerek finale çıkan iki güreşçi er meydanına çıkıyor. Her finalistin ayrı taraftarları var ve büyük ilgi gösteriyorlar güreşçilere. Başpehlivan adayları cazgır tarafından seyircilere tanıtılıp meydana salınıyorlar. İki güreşçi alanın ortasına geldikten sonra ters yönlerde seyircilere doğru peşrev çekerek yürüyorlar. Oldukça uzun sayılabilecek bu alanı katetikten sonra seyircilerden alkış alan pehlivan tekrar alanın merkezine dönüyor. Çeşitli yönler için tekrarlanan bu gösterinin her buluşmasında pehlivanlar birbirlerinin paçalarını yokluyorlar, sırtlarını sıvazlıyorlar, el ele tutuşuyorlar, enselerini tutuyorlar. Birazdan bu koca arenada savaşacak olan genç adamların böyle kardeşçesine tavırları çok etkileyici bence.
Güreşin başlamasından sonra hızlıca birşeyler olacağını bekleyen bizler bayağı şaşırdık, çünkü pehlivanlar en küçük hatalarının rakip tarafından değerlendirileceğini bildiklerinden hiç risk almıyorlar. Yarı final maçında çok güzel bir oyunla rakibini yenen Ali Gürbüz'ün daha atak olmasını bekliyorduk ama daha önce üç defa başpehlivan olmuş Recep Kara ile ilk 45 dakika birbirlerini kollayarak güreştiler. Eskiden böyle bir süre sınırı yokmuş ve pehlivanlardan biri diğerini yenene kadar güreş sürüyormuş ama artık 45 dakikadan sonra ilk puan alanın güreşi kazanacağı bir bölüme geçiliyor. Bu bölümde de bir atak yapmayan her iki güreşçi de ikişer ihtar aldıktan sonra güreşin kısa bir süre sonra biteceği belli oldu; ya biri puan alacak ya da biri pasif güreştiğinden yenik sayılacaktı. Sonuçta babası da 1988'de başpehlivan olmuş, geçen yılın ikincisi Ali Gürbüz 2011'in başpehlivanı oldu.
Heryeri yağ içinde iri yarı adamların birbirini bir saat boyunca kollayıp bir hareketle maçın bitmesi kulağa acayip geliyor olabilir ama tarif edildiğinde hangi spor öyle değil ki? 650 yıllık bu büyük geleneği en azından bir kere gidip görmenizi tavsiye ederim.
12 Temmuz 2011 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
izlediklerimden öğrendiğim bir şeyler var
İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...
-
Bu yıl kabul edilen bizim çocuklar: Ahmet Göksu - Native Graphics Backend for FreeType Demos on macOS Ali Haydar - Implementation of a g-k ...
-
Bu yıl kabul edilen bizim çocuklar: Bora Sabuncu - Remote Control Emre Çelikten - Web Data Collection for Language Modeling Gökçen Eras...
-
İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...