27 Mart 2012 Salı

Pardus Kullanıcıları Derneği davası ne durumda?

Pardus kullanıcılarının önemli bir kısmının hatırlamadığı bu davadan bahsedeyim önce. 26 Haziran 2008'de (yani neredeyse 4 yıl önce) Pardus Kullanıcıları Derneği kuruldu. O dönemde TÜBİTAK resmi topluluk sayfası olarak özgürlükiçin.com'u destekliyordu. Kullanıcıların kendi insiyatifleriyle kurdukları bu derneğin logosu yanda da gördüğünüz gibi Pardus'un logosunun ve bir penguenin birleşiminden oluşuyordu. Ben de derneği ilk duyduğumda konu hakkında blog'da yazmıştım.

Konu tahmin ettiğimiz gibi gelişmedi. Proje yöneticisi günlüğünde aşağıdaki ifadeleri TÜBİTAK Hukuk Müşavirliği'nin duyurusu olarak yazmıştı.
Pardus Kullanıcıları Derneği adı altında faaliyet gösteren kişi ve kuruluşların Pardus sisteminin yaratıcısı olan TÜBİTAK-UEKAE ve TÜBİTAK-UEKAE çalışanları ile hiçbir fiili veya hukuki ilişkisi veya işbirliği bulunmamaktadır.  556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve meri mevzuat hükümleri çerçevesinde doğabilecek olası hukuki ihtilaflara mahal vermemek adına bu tür oluşumlar ve bu oluşumlar altında Pardus markası kullanılmak suretiyle yürütülecek faaliyetler öncesinde TÜBITAK-UEKAE'den izin alınması gerekmektedir.  Aksi durumda ilgili kişiler hakkında cezai ve hukuki süreçlerin başlatılması yoluna gidilecektir.
TÜBİTAK-UEKAE'nın izni dışında kurulan oluşumlardan ve bu oluşumların yürütmüş olduğu hiçbir faaliyetten TÜBİTAK-UEKAE sorumlu tutulamaz.

Kamunun bilgisine saygı ile arz olunur.
Beklenmedik bu çıkış karşısında PKD başkanı Av. Nihat Karslı bir röportajda "Suçum Pardus’u sevmekse cezamı idam isterim!" demişti. TÜBİTAK derneğin logosunun yarısında bulunan Pardus logosunun kaldırılması ve Pardus isminin kullanılmaması için dava açtı. Mahkeme logodaki pardus logosunun kaldırılmasına hükmederken pardus isminin kullanılması konusunda derneği haklı buldu. Her iki taraf da kendi adına temyize başvurdu. Dava hala Yargıtay'da incelenmeyi bekliyor.

Bu davayı açanlar Linux Kullanıcıları Derneği kurulurken Linus Torvarlds'tan izin mi alındı ki şimdi bizden izin alınmasını istiyoruz diye düşünseler bu konuyu hiç açmazlardı sanırım. Ayrıca Pardus Nakliyat gibi firmalar konusunda hiç birşey yapılmazken bu dava proje yönetimiyle topluluğun bir bölümü arasında ciddi problemlere yol açtı. TÜBİTAK'ın desteklediği özgürlükiçin.com ile TÜBİTAK'ın dava ettiği pardus-linux.org arasında yıllarca süren düşman kardeşler durumu TÜBİTAK'ın özgürlükiçin tayfasından da desteğini çekmesiyle değişmeye başladı. Topluluklar kendi başlarına kalınca aslında düşman olunacak birşey olmadığını görerek hızlıca birlikte hareket etmeye başladılar. Birlikte edergiler çıkardılar, haberler yaptılar. Ama bu birliktelik tam da ortada bir Pardus kalmadığı zamana denk geldi. Şimdi topluluklar birlikte çalışabiliyor ama Pardus yok ortada. Tam; yağ olsa un olmaz, un olsa yağ olmaz durumu :(

Pardus yönetiminin değiştiği bu dönemde topluluğa güven verilmek isteniyorsa PKD ile karşılıklı anlaşılarak bu davanın düşürülmesinin sağlanması yerinde bir adım olacaktır. Dava hangi taraf lehine sonuçlanırsa sonuçlansın kazananın olmayacağı bir konuma gelinmiş durumda. Pardus'un Geleceği Çalıştayı'nda konuşulan konulardan biri de bu konuydu ve proje yöneticisi Ahmet Kaplan bu konuya çok sıcak yaklaştı. Umarım ivedilikle hareket edilerek Pardus bu acayip durumdan kurtarılır.

Özgür Yazılım ve Linux Günleri'12

Linux Kullanıcıları Derneği ve Bilgi Üniversitesinin birlikte düzenledikleri Özgür Yazılım ve Linux Günleri bu yıl 30-31 Mart tarihlerinde Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsünde düzenlenecek. Özgür Yazılım insanlarının en önemli buluşma yeri olan etkinlikte sabahtan akşama seminerler dinlemek, camiadan arkadaşlarla görüşmek, yenileriyle tanışmak imkanı olacak. Her yıl olduğu gibi bu yılda Çanakkale'den oldukça kalabalık bir grupla etkinliğe (eski adıyla şenliğe) katılmayı planlıyoruz.

Ben bu tip etkinliklerde seminerlerden çok (doğruyu konuşmak lazım) kahve aralarında gevezelik etmeyi, yeni insanlarla tanışmayı değerli buluyorum. Hele etkinlik İstanbul'da olunca orada çalışan eski öğrencilerim ve arkadaşlarımın sayısı hayli kabarık oluyor.

Ayrıntılı program etkinlik sayfasında var ama benim özellikle katılmak istediklerim şunlar:
  • Chris Stephenson, "Bilgisayar Bilimcileri Haklıymış: Programlama Dillerindeki Son Gelişmeler". Chris hoca her yıl oldukça eğlenceli ve ilginç konuşmalar yapıyor, hem öğrenciler hem de çalışanlar için kaçırılmaması gereken bir sunum olacaktır eminim. Aynı sırada arkadaşım Fatih Uluçam ayrıldığı Batman Üniversitesinde yaptıklarını anlatacak. Üniversitesine ne kadar emek harcadığını bildiğimden kurumsal olarak bir işi nasıl yapacağını merak edenlere yardımcı olacağını tahmin ediyorum.
  • İkinci oturumda Eray Arslan "Kerberos'a Giriş" anlatırken, Hakan Uygun da "Maven Derleme Sistemi ile Proje Hayat Döngüsü" anlatacak. Ben bu oturumda muhtemelen dışarıda gevezelik ederim. 
  • Üçüncü oturumda eğer öğleden sonra da dinlemeye devam edecekseniz Gökşin Akdeniz'den FreeBSD dinlemek iyi fikir olabilir. Ben salonların önünde olurum.
  • Yemekten sonra Yaşar Safkan'dan "Yazılımcı Seçimine Mühendisçe Yaklaşım" dinlenebiir ama ben Serdar Dalgıç'tan "Linux’ta Paket/Yazılım Yönetim Sistemleri" dinlemeyi tercih edeceğim. PiSi, deb ve rpm'nin çözemediği hangi sorunları çözüyor gibi sorulardan bahdesilecek teknik bir seminer olmasını ümit ediyorum.
  • Teknik bir seminer dinlemek isteyenler Devrim Gündüz'den "RPM Paketi Hazırlamanın İncelikleri"ni dinlerken ben Roy Büyüksimkeşyan'dan "Bir Proje Yöneticisinin Günlüğü: Son Projemi Nasıl Batırdım?" oturumuna katılacağım. Artık ihtiyarladığımdan mıdır nedir, böyle tecrübelerin anlatıldığı oturumlar daha cazip geliyor bana.
  • Teknik konuları dinlemek isteyenler için son oturumda Yaşar Safkan!ın "Açık Kaynak Test Kütüphaneleri ile Birim Testi Yapmak" semineri iyi bir seçenek olabilir. Ben bu vakti de gevezelikle değerlendiririm.
İkinci gün için programda işaretlediklerim de şöyle:
  • iki oturum peşpeşe dinlerim diyenler için Devrim Gündüz "PostgreSQL’de Uygulamalı Gömülü Replikasyon" anlatacak. Benim bildiğim Devrim bu iki oturumu blok olarak yapar, hatta bir sonraki seminerden de vakit çalmaya kalkar. Dinlemesi zevkli olur ama temponun böyle olacağını bilerek gidin ;) Özhan Karaman'dan "Btrfs Dosya Sistemi Teknolojisi ve Kullanımı" ve Bünyamin Demir'den "Güvenli Kod Geliştirme" de değerlendirilebilir diğer alternatifler. Cuma gecesinin nasıl geçeceğine bağlı olarak bu oturuma yetişemeyebilirim gibi geliyor bana;)
  • İkinci oturumda Erek Göktürk ve Onur Küçük birlikte "Al Ruby'i vur Python'a" diyecekler. Eğlenceli bir sunum olacağını düşünüyorum. Bilgisayar Mühendisliği öğrencilerine python anlatan biri olarak tam benlik bir oturum olacak. Paralel bir salonda da Akın Ömeroğlu "Özgür Yazılımda Patentler ve Davalar" hakkında konuşacak. Teknik olmayan bir şey dinlemek isteyenler için bu oturumdaki tek seçenek de o olacak sanırım.
  • Yemekden önceki son oturum da Eren Türkay çoğumuzun yabancı olduğu bir konudan "Linux ile Amatör Telsizcilik"den bahsedecek. Paralel bir oturumda da Doruk Fişek "MariaDB vs MySQL Karşılaştırması" yapacak. Seçimi hava şartlarına göre yaparım diye düşünüyorum.
  • Öğleden sonra Oğuz Yarımtepe yıllar önce yaptığı "Linux-DO: GNU/Linux ve Uzak Doğu Felsefesi" sunumunun genişletilmiş halini yapacak. O zaman da çok eğlenceliydi şimdi daha da eğlenceli olacak sanırım. Onur Küçük "Linux Açılış Süreci"ni başka bir oturumda anlatsaydı da Linux-Do seminerini anlatanlar ve dinleyenlerde ona katılabilselerdi isterdim ama paralel oturumlar olunca böyle çakışmalar kaçınılmaz oluyor.
  • Son iki oturumda diğer seminerlerin yanı sıra "Pardus: Topluluk Olarak Ne Yapıyoruz?" paneli var. Belki birincisine katılıp Pardus Çalıştayı ile ilgili sorulara katkıda bulunabilirim.
Hepimiz etkinliğe giderken programda bazı oturumları işaretleyip gidiyoruz. Benim yukarıda yazdıklarımı da öyle kabul etmenizi isterim.

25 Mart 2012 Pazar

Pardus'un Yarını Çalıştayının ardından - 3

İkinci gün sadece öğleye kadar süren çalıştayda iki oturum yapıldı. Bunlardan ilkinde daha önce üzerinde konuşulan sorunlar için katılımcıların önerileri alındı. Herkesin üzerinde anlaştığı bir şey varsa o da Pardus'un marka değeri düşünülerek TÜBİTAK'ın Pardus'un arkasında durması gerektiği ama yönetim konusunda ne kadar uzaklaşabilirse o kadar iyi olacağı idi.

Projenin tamamen TÜBİTAK tarafından yürütüldüğü dönemde bile ne kadar kullandırılabildiği ortada iken sadece topluluk tarafından geliştirilen bir dağıtımın nasıl bir kitleye kullandırılabileceği tahmin etmek zor değil. TÜBİTAK'ın yönetimine karışmaması ama finansman sağlaması da hem hizmet alımı yoluyla, hem topluluğa katılımcılık sağlamakla, hem de projelere destek sağlanması yoluyla yapılabilir. Yeni yönetim bu üç yolu da destekler yönde açıklamalar yaptı.

Yetkiler TÜBİTAK tarafından kullanılmayacaksa kimler tarafından kullanılacak sorusu üzerinde tartışıldı uzunca bir süre. Bunun için bir kurul oluşturulması ve kararları bu kurulun alması fikrine herkes sıcak baktı. Aşağıda bu kurula kimlerin katılması kararlaştırıldığı bilgisi var. Üzerinde tartışma yaşanan tek konu kurulda yer alacak geliştirici sayısı oldu. Benim teklifim üzerine biri TÜBİTAK çalışanı olmayan geliştiricinin bu kurula girmesi konusunda anlaşıldı. Hakan Uygun kurulda hiç geliştirici yer almamasını önerdiyse de çoğunluk kararıyla biri kurum çalışanı olmak üzere iki geliştiricinin bulunması, karar alma aşamasında oylarda eşitlik olması halinde proje yöneticisinin oyunun çift oy sayılması benimsendi. Kurul üyelerinin nereyi temsil ediliyorlarsa orası tarafından seçilmesi üzerinde de anlaşıldı.
Ben bu kurulun kurulmasını ve karar alma mevkiinde Pardus proje yöneticisinin amiri olmadığı birilerinin bulunmasını ve onların çoğunluk oluşturmasını çok önemsiyorum. Bir önceki blog girdisinde bu konuda yazdığım yazıya sayın Tekman'ın yaptığı yorumları okumak isteyebilirsiniz. Oluşturulacak bu kurulun şeffaf olması ve ilk görev olarak kurulun çalışma esaslarını ve yapısını belirlemesi kararlaştırıldı.

Son oturumda ise bütün katılımcılar bir aradayken bir ortak bildiri yazmaya çalıştık. En iyi bilgisayar kullananımız olarak Doruk Fişek klavye başına geçti. Hazırlanacak bildirinin basına da verilebileceği hesaba katılarak mümkün olan en kısa halde yazmaya çalıştık. Üzerinde çoğunluğun anlaşamadığı konuları 'bu konu tartışıldı ama mutabakat sağlanamadı' şeklinde yazmadık. Biz hazırladığımız metnin üzerinden tekrar geçilir ve öyle yayınlanır diyorduk ama gördüğünüz gibi aynen yayınlandı. Elbette daha iyi bir metin hazırlanabilirdi ama bir buçuk günde böyle kapsamlı bir konuyu, endişeli ve daha önce bir araya gelmemiş taraflar olarak ancak bu kadar toparlayabildik.

Özet olarak: TÜBİTAK Pardus'un kurumsal sürümünü kendi sürdürecek, bireysel sürüm için ise topluluk, firmalar ve projelere destek olacak.

Yazdığım bu üç yazıdan sonra hakkımda 'bir toplantıya gitti, anlatılan her şeye inandı' diye düşünenler olacaktır. Ben ilk yazıda da belirttiğim gibi Pardus anasayfasında yarım sayfalık bildiriyi okuyanlara orada neler olduğunu olabildiğinde ayrıntılı yazmak istedim. Vaat edilen her şeyin olacağına inanmak için gelişmeleri görmek ve ona göre karar vermek gerekecek. Yıllarca bir mail adresini vermeyen bir projeden inandırıcılık için sağlam şeyler görmek gerekiyor.

Belki de en önemli soru olan eski yönetimin küstürdüğü geliştiriciler ve yeni yönetim döneminde ayrılan geliştiricilerden sonra bu projenin devam etmesi için yeterli insan gücü ve motivasyon kaldı mı sorusunun cevabını zamanla hep birlikte göreceğiz.

Pardus'un Yarını Çalıştayının ardından - 2

Öğleden sonra oturumu tamamen 'sorun belirleme çalışması'na ayrılmıştı. TÜSSİDE'de her yapılan etkinlik için uygulanan; herkesin post-it'lere başlıklar yazması ve sonra bunların değerlendirilmesi yöntemini uygulamayı denediler. İki yıl önce yapılan Pardus Zirvesinde de aynı acayip şey denenmişti. Sorunları daha önce forumlarda, bloglarda, bugzilla'da o kadar çok yazmış, o kadar farklı yerde konuşmuştuk ki bu öneriye büyük direnç gösterdik. Yaklaşık bir saat süren bir inatlaşmanın sonunda Ahmet hocanın müdahalesiyle bu badireyi atlattık. Bunun ardından Pardus hakkında sorun olarak dile getirilen konuları 1 ile 5 arasında değerlendirmemiz istendi. Aşağıda salonda yapılan değerlendirme sonuçlarının bir görüntüsü var.
Projenin en önemli sorununun 'başarısız proje yönetimi' olarak çıkmasına şaşırmadım ben. Nasıl takım kazandığında teknik direktör omuzlarda taşınıyorsa, kaybedince onun başarısız sayılması işin doğası zaten.

PiSi paket yönetim sistemi projenin en çok eleştiri aldığı konulardan bir diğeri oldu. Diğer dağıtımların çoktan çözdükleri sorunları yeniden çözmeye çalışmak elimizdeki sınırlı kaynağın gereksiz yere harcanması oluyor yönünde uzunca konuşuldu. İşin doğrusu deb ve rpm'nin yapamadığı neyi pisi yapıyor (veya daha iyi yapıyor) ve bunun için harcanan emeğe değiyor mu soruları tatmin edici cevaplar da verilemedi. Özellikle Pardus ve Ubuntu depoları arasında muazzam büyüklük farkı ne zaman kapanır, kapanmamasına karşılık önde olduğumuz hangi konu var en çok dile getirilen konulardı. Maddog her söz alışında emeği boşa harcamayın uyarısında bulundu. Pardus'u sürdürmek yerine bir başka dağıtıma destek olmak, onu daha iyi hale getirip kendimiz de kullanmak önerisi getirilmesine rağmen yandaş bulamadı.

Sorunlarla ilgili konuşmaların arasında Ahmet hocaya Kurumsal ve Bireysel sürümlerin akibetinin ne olacağı da soruldu. TÜBİTAK'ın yaptığı sözleşmeler gereği Kurumsal sürümün mutlaka devam edeceğini hepimiz zaten tahmin ediyorduk. Ahmet hoca bireysel sürümü de devam ettirmek istediklerini ama bunu önceden devam eden yöntemle yapmak istemediklerini söyledi. Yapılacak işlerin bir kısmını topluluğa, bir kısmını da özgür yazılım şirketlerine yaptırabileceklerini söyledi. Zamanında Erkan Tekman'la da konuştuğumuz TÜBİTAK'ın özgür yazılım projelerine destek olması konusunu Ahmet Kaplan'a da sordum ve bu konu üzerine çalıştığını hatta işlemlerin imza aşamasına geldiğini söyledi. Bu konu hakkında daha uzun yazacağım.

Hepimiz gibi Ahmet Kaplan da proje ile ilgili yapılması, değiştirilmesi gereken çok şey olduğunun farkında. Onun aklından geçenler bizimkilerle aynı mı, onu yakında göreceğiz elbette ama kendisinin söylediklerini maddeler halinde şöyle not aldım:

  • TÜBİTAK özgür yazılımlara desteğini arttırarak devam ettirmek istiyor.
  • Pardus projesinin çok daha yetkin hale getirilmesi ve paket sayısının arttırılması hedefleniyor.
  • Türkçe desteğini en iyi sağlayan işletim sisteminin Pardus olması hedefleniyor.
  • Donanım sürücüsü problemlerinin en aza indirgenmesi planlanıyor. Bunun için bir genelge ile kamunun donanım alımlarında linux sürücüsünün sağlanmasının zorunlu olması konuşuldu.
  • Pardus'un sadece masaüstü kullanıcıları hedefleyen bir ürün olması yerine, sunucu, sanallaştırma ve bulut teknolojisi gibi konulara da eğilmesinin önemli olduğu düşünülüyor.
Pardus ile ilgili eleştirilerin en öne çıkanı karar süreçlerine dışarıdan katkı alınmamasıydı. Yeni yönetim elindeki yetkleri sonuç bildirisinde de yazılan bir kurul ile paylaşmak ve bir ortak akılla hareket etmek istediğini beyan etti. Bu çabayı çok önemli buluyorum. Camia Zirvesinde de adı geçen ama uygulamaya geçmeyen PATİK tamamen TÜBİTAK çalışanlarından oluşuyor ve pratikte bir yetki devri içermiyordu. Bu konu hakkında bir sonraki yazımda daha fazla şey yazacağım.

Konuşulan bir diğer konu da Pardus bilgisinin yeterliliğini gösteren bir sertifika verilmesi ve Pardus eğitimi konusuydu. Bu konuda da yeni bir sertifika icat etmek yerine belki lpi sertifikasının kullanılabileceği konuşuldu ama paramız yurt dışına gidecekse olmasın diyenler de oldu. Yeni bir eğitim programı hazırlanması beraberinde eğitimcilerin eğitimi ve müfredat hazırlığı gibi ek konuları da getiriyor elbette.

Birinci gün bittiğinde hepimizin aklında Pardus'un bitmediği vardı ama nasıl devam edeceğini de tam anlayamamıştık. Bütün akşam farklı gruplar halinde n'olacak bu Pardus'un hali diye konuştuk.

Pardus'un Yarını Çalıştayının ardından - 1

Çoğumuzun merakla beklediği Pardus'un Yarını Çalıştayı yaklaşık 30 kişinin katılımıyla Gebze'de düzenlendi. Çalıştayın hemen ardından bir sonuç metni yayınlandı. Bu metin aylardır geliştirilmesi durmuş, yönetimi değişmiş, geliştiricilerinin büyük çoğunluğu ayrılmış olan Pardus'la ilgili merak edilen tüm sorulara cevap olmadı. Zaten bu kadar kısa bir metinden bunu da beklememek lazımdı bence. Toplantıya katılmayanlar için olan biteni aldığım notlardan özetleyeyim istiyorum. Daha sonra kendi yorumlarımı içeren bir yazı da yazacağım. Olanları hikayeleştirmekten çok aldığım notları paylaşacağım bu yazıda.

Öncelikle katılımdan başlayayım. Yakın zamanda ayrılmış TÜBİTAK çalışanlarından Onur Küçük ve Fatih Aşıcı, Özgür Yazılım A.Ş.'den Doruk Fişek ve Hakan Uygun, Ünivesitelerden Mustafa Akgül, Mustafa Karakaplan, Hüseyin Yüce ve ben, Özgürlükiçin'den Sezai Yeniay ve Zeki Bildirici, Endersys'den İsmail Yenigül ve Barış Şimşek, camiadan tanıdığımız Ali Vardar, Nihat Karslı ve Hakan Hamurcu, halen TÜBİTAK çalışanı olan Fatih Arslan, Bertan Gündoğdu, Gökhan Özbulak ve Semen Cirit toplantıda vardı. Bunun yanında Pardus kullanan kurumlardan temsilciler ve benim bu listeyi yazarken aklıma gelmeyen ama sonradan o da vardı elbette diyeceğim birkaç kişi daha katıldı toplantıya.

Toplantı aynı zamanda ULAKBİM'in de müdürü olan Ahmet Kaplan'ın konuşmasıyla başladı. Hepimiz tavrının nasıl olacağını merak ediyorduk. Benim tahminimin çok üzerinde bir sahiplenmeyle konuştu Ahmet hoca. İlk olarak 'Pardus ölmedi, daha büyük bir ortamda yaşayacak' mesajını verdi. Pardus projesinin yerinin BİLGEM'den ULAKBİM'e taşındığını söyledi. Bu çalışmaların artık Ankara'da devam edeceği anlamına geliyor. Ahmet hoca toplantıya gelmeden önce A.Murat Eren'in camia'dan topladığı eleştirileri okuyup üzerinde çalışmış; hem orada yazanların hem de Öİ ve PLO forumlarındaki eleştirilerin değerlendirildiğini görmek güzeldi. Konuşma sırasında aldığım notlar arasında 'Pardus'un sadece bir işletim sistemi olmasının ötesinde diğer özgür yazılım projelerine öncülük edecek bir proje olmasının hedeflenmesi' ve 'F@tih Projesindeki etkileşimli tahtalarda iki işletim sisteminin birden olduğu, bazı tahtaların deneme aşamasında sadece Pardus içerecek şekilde üretildiği, göstereceği performansa bağlı olarak diğer tahtaların da öntanımlı olarak Pardus ile açılmasının gündemde olduğu' bilgileri de var. Bir diğer üzerinde çok durulan konu ise Türkçe desteğinin arttırılması ve Pardus'un en başarılı Türkçe desteği veren işletim sistemi olmasıydı. Bunun için kaynak yaratmak ve motivasyon sağlamak için yöntemler deneneceğinden bahsedildi. Yaygın etkisi daha büyük olacak bir konu olarak kamunun donanım alımlarında linux sürücüsünü aramasının zorunlu tutulması konuşuldu. Bu konuşma daha çok yeni yönetimin Pardus'a nasıl baktığının anlatılması şeklinde geçti.

İkinci konuşma bir önceki Pardus Zirve'sinde olduğu gibi Semen Cirit tarafından yapıldı. Semen sanki tarihinin en sıkıntılı döneminde bir projeden bahsetmiyormuş gibi organizasyon şemaları falan gösterdi. Mutfak depo gibi benim hiç duymadığım terimleri kullanıp kimse için bir anlamı olmayan bir sunum yaptı. Proje hakkındaki 'düşündük, planladık, anlaştık' denilen şeylerin bazılarını ilk defa bu sunumda duydum. Çay arasında bunu söylediğimde aldığım cevaplar kesinlikle tatmin edici değildi. Karar alma süreçlerinin bu kadar kapalı olduğu, kararların bir kısmının diğer geliştiricilere tebliğ dahi edilmediği bir özgür yazılım projesinin sorun yaşaması kaçınılmazdı zaten. Bu kadar ayakları yere basmayan, projenin durumuyla ilgisi olmayan bir sunum keşke yapılmasaydı. Tamamen vakit kaybı oldu.

Üçüncü konuşmada Jon 'Maddog' Hall hepimizin bildiği şeylerle başladığı konuşmasının ilerleyen bölümlerinde diğer ülkelerdeki tecrübelerini paylaştı. İşbirliğinin ve birlikte çalışmanın öğretilebilir şeyler olduğundan ve bilgisayarların düzgün çalışmamasından dolayı oluşan kayıplardan bahsetti. Lisans bedellerine verilecek paralarla ne kadar mühendis çalıştırılabileceğine dikkat çekti. Bağışlanan yazılımların aslında bedava olmadıklarını, parasız verilen ilk uyuşturucu gibi olduklarını anlattı. Markaya bağımlı yapılan işlerin ne kadar kısa sürede temelsiz kalabileceğini dramatik örneklerle gösterdi. Pardus özelinde projenin hedefinin iyi belirlenmesi gerektiğini, başka dağıtımların daha önce çözdüğü şeyleri yeniden çözmek yerine ihtiyaç duyulan şeylerin yapılmasına yönenilmesini önerdi. Debian veya başka bir dağıtımın paket yönetim sistemini kullanıp kendi teknolojilerini geliştirmeye odaklanmanın da bir yöntem olduğunun çokça üzerinde durdu.

Öğleden sonra yapılan sorun belirleme çalışmasıyla ilgili ikinci bir yazı yazacağım.

20 Mart 2012 Salı

O sırada Debian semalarında

Biz pardus'un yarını ne olacak diye tartışaduralım, dünya bambaşka işlerle uğraşıyor. İnsan kafayı kaldırıp etrafa bakınca aslında nelerle uğraşılabileceğini yeniden anlıyor.

Örneğin Debian her yıl nisan ayında yaptığı Debian Proje Lideri seçimlerine hazırlanıyor. Debian'ı dışarıda temsil eden, içeride ise koordinasyon ve iletişimden sorumlu olan proje lideri seçimleri için 1-14 nisan arasında oy kullanılacak. Bu yıl seçimlerde 3 aday var: iki yıldır bu görevi sürdüren Stefano Zacchiroli, daha önce iki kere aday olmuş ama seçilememiş Wouter Verhelst ve Gergely Nagy. Hepsi daha önce debian için ne yapmışlar, şimdiki hedefleri neler ayrıntılarıyla yazmışlar. Elin oğlu dağıtım için neleri hedefliyor diye okumakta fayda var.

Binden fazla geliştiriciyle bu düzeni devam ettirebilen Debian'dan alınacak çok ders var.

19 Mart 2012 Pazartesi

Tamam tuzağa düşmeyelim ama

Bir süre önce bir arkadaşımı kendilerinin polis iddia eden birileri telefonla arayarak hattının kopyalandığını söylediler. Telefonla konuşurken biz de yanındaydık. Bayağı uzunca, özenle hazırlanmış bir senaryo anlattılar. Arayanların telefon numaraları da gizli olmadığından oldukça inandırıcı konuşuyorlardı doğrusu. Biz bu mevzuları çoktan duymuş uyanık insanlar olduğumuzdan bir şey kaptırmadık ama hepimizin duyduğu buna benzer çokça dolandırıcılık olayı olduğundan Çanakkale il emniyet müdürlüğü aşağıdaki uyarı yazılarından hemen hemen her apartmanın girişine yapıştırdı.

İki cep telefonunun da üzerinde çarpı işareti olmasından nasıl bir anlam çıkarılır bilemiyorum ama uyarı metni tam bir felaket: 'DEVLET HİÇBİR İŞ İÇİN VATANDAŞINDAN KONTÖR YADA PARA TALEP ETMEZ'. Yaklaşık 2 yıldır cep telefonlarında kontör diye bir şey kalmadığı gibi devlet hiç bir işi parasız yapmıyor vatandaşı için. Benim bildiğim para karşılığı olmayan hiç bir devlet hizmeti yok vatandaşlar için (ya da'nın birleşik yazılmasından bahsetmiyorum bile).

Tamam niyet iyi; vatandaşı uyarmak lazım ama ne yazıldığına da dikkat etmek gerekiyor galiba.

13 Mart 2012 Salı

Belge Özgürlüğü Günü 2012





Bu yıl Belge Özgürlüğü Günü bizim Özgür Yazılım ve Linux Günlerinin hemen öncesinde 28 Mart'ta dünyanın çeşitli yerlerinde, yerel gruplarca, çeşitli etkinliklerle kutlanacak. "Belge Özgürlüğü Günü'nde, ortak organizasyonlar ve gönüllülerle birlikte tüm dünya çapında etkinlikler düzenlenerek, açık belge biçimleri ve açık standartların önemine dikkat çekilecek".

Aslında bu konuda yapılacak çok şey var ama Zeki'nin her fırsatta dile getirdiği konulara yardımcı olarak işe başlamak ve bu konuyu sadece bir günde geçiştirmemek en iyisi olur galiba.

10 Mart 2012 Cumartesi

Özgür Yazılım Hareketinin Toplumsal Yönleri

Remziye Elifcan Çakmak Yeditepe Üniversitesi Antropoloji Bölümünde mezuniyet çalışması olarak 'Özgür Yazılım Hareketinin Toplumsal Yönleri' konulu çalışmasını tamamlamış. Meslekten bilgisayarcı olmayan birinin Creative Commons Attribution 3.0 ile lisanslandığı bu çalışmayı okumanızı öneririm.

Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Linux Semineri

11 Nisan'da Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Rektörlük Küçük Salon'da saat 10'da 'Türkiye'de Linux'un Gelişimi' konusunda konuşacağım. Benim için uzun süredir görmediğim arkadaşları görmek açıcından da iyi bir fırsat olacak. Bir gün öncesinden orada olacağımdan gevezelik etmek için tekliflere açığım ;)


6 Mart 2012 Salı

CV'ye kimi referans yazmalı?

Sıra iş başvurusuna gelmeden önce söylenecek çok var ama bu aralar bana çokça sorulan sorulardan biri olduğu için bu konuda kısaca birşeyler yazayım istiyorum.

Öncelikle sadece özgeçmişe yazacağınız referansla kimse sizi işe, staja veya okula kabul etmeyecektir. Hatta belki o referansları arayıp sizi hiç sormayacaklar bile. Benim gözlemlerim firmaların önemli bir kısmının (belki 3'te 2'sinin) cv'nizdeki referansları telefonla arayıp hakkınızda fikir sorduğu yönünde. Aşağıda yazdıklarımı okurken bilgisayar mühendisliğinin belli bir alanında çalışan birinin yazdıklarını okuduğunuzu ve diğer alanlarda durumun farklı olabileceğini gözardı etmemelisiniz.
  • Bir iş yerinin sizinle ilgili biriyle konuşmak istemesi için öncelikle özgeçmişinizde dişe dokunur birşeyler olması gerekir. Bilgisayar mühendisi adayları Gürer Özen'in yazısını mutlaka okusunlar.
  • Nasılsa aramazlar diye düşünerek kendisinden izin almadan bölümden bir hocayı ya da çalıştığınız eski şirketin genel müdürünü sakın refernas olarak yazmayın.
  • Bazı firmalar sizi görüşmeye çağırmadan önce bazılarıysa görüşmenin ardından referanslarınızı arıyorlar. Nadiren hem öncesinde hem de sonrasında arayalar oluyor. Yani mülakata gittiğinizde cv'nize yazmadığınız birşeyleri referanslarınızla konuşup öğrenmiş olabilirler ;)
  • Özgeçmişinize sizinle ilgili sorulara cevap verebilecek kadar sizi tanıyan ve elbette hakkınızda pozitif şeyler söyleyeceğini düşündüğünüz birilerini referans olarak yazın.  Birisinin size referans olurken fikrini söylemesi kendisiyle ilgili de konuşması anlamına geleceğinden mutlaka doğruyu söyleyeceğini düşünün. Kendi adıma söyleyeyim; birisi için "çok iyi bir çalışma arkadaşıdır", "çözüme odaklı çalışır" demem için onu işe aldıklarında bunun tersini görmeyeceklerini düşünmem gerekir. Kimsenin aklında doğruyu söylemeyen biri olarak kalmak istemem. Bir firma beni arayıp fikrimi sorduğu kişi hakkında tereddütte kalmışsa ve ben iyi desem onu işe alacak olsa bile yalancıktan iyi demem, demedim (hem desem bile ilk ayın sonunda herkes her şeyi görmüş olur ve ben yalan söylediğimle kalırım). O iş kimse için dünyadaki son iş olmadığından kendimi güvenilmez biri yerine koydurmak istemem, kimse istemez.
  • Telefon görüşmelerinde teknik yeterliliğinizle ilgili neredeyse hiçbir şey sorulmuyor. Yapılan görüşmelerin konusu genelde nasıl bir çalışma arkadaşı olduğunuz yönünde oluyor. Bir konudaki bilginizle ilgili ya eski çalışmalarınıza bakılıyor ya da görüşmede size soruluyor ama "birarada durulur biri misiniz?" sorusunun cevabı ancak sizinle daha önce birarada durmuş birilerinden alınabiliyor.
  • Son olarak; özgeçmişinize yazdığınız insanlara bir şekilde ulaşılması gerektiği açık. Bunun için eposta adresini yazmanız mantıklı. Bundan fazlasını yazmak için kimi referans gösterecekseniz ondan ayrıca izin alın. Cep telefonunu veya ev/iş telefonunu izin almadan cv'nize sakın yazmayın. Eğer cv'nizi herkesin görebileceği bir yere koyacaksanız nasılsa bir kere izin aldım diyerek telefon numaralarını oraya yazmayın.

4 Mart 2012 Pazar

Pardus'un Yarını Çalıştayı

Daha önce Pardus Camia Zirvesi'ne katılmış biri olarak yine sadece davetlilerin katılabileceği bir etkinlik olan Pardus'un Yarını Çalıştayı'na da katılacağım. 2010 Ağustos'unda yapılan etkinliğe Pardus'un gidişatından hoşnut olmayanların pek azı katılmıştı. Sonucundan umutlu olmadığın bir etkinliğe hiç katılmamak bir tercih meselesi. 'Nasılsa kendi bildiklerini yapacaklar, benim katılımımla da bunu meşrulaştıracaklar' diyerek veya başka gerekçelerle katılmayanlara elbette saygım var. Benim tercihim söyleyecek bir şeyim varsa sonradan bunu söyleseydim diye düşünmek yerine gidip orada bunu söylemek yönünde olacak.

Bir buçuk gün sürecek çalıştayın ilk gününde Jon Hall 'Özgür Yazılım: Dünya Perspektifi' konulu bir konuşma yapacak. Geri kalan zamanda ilk gün 6 saat, ikinci gün 3 saatlik toplantılar var.

Daha önce de söylediğim gibi bu çalıştaydan umutlu değilim. Yapılacakların önemli bir kısmına zaten karar verildiğini düşünüyorum. Benim ne yapılmasının uygun olacağını düşündüğümü de buraya yazayım, nasılsa bir sır olmadığı gibi ilk defa da ben söylemiyorum. Zamanında Redhat'in içinden Fedora'nın çıkartılması gibi bir yöntemin Pardus için de uygun olacağını düşünüyorum. Topluluğa devredilecek hakların bizdeki mevzuat yüzünden bir vakıf yerine bir derneğe verilmesi belki daha uygun olabilir. Bu mevcut bir dernek olabileceği gibi yeni kurulacak bir dernek de olabilir. Tübitak kurumsal olarak Pardus'u geliştirmeye devam edecek gibi duruyor (hatta söylentilere göre merkez Ankara'ya taşınacakmış). Topluluk dağıtımına yönetim olarak karışmadan geliştirilmesine destek vermesinin mümkün olacağına inanıyorum. Tübitak tek işi bu topluluk dağıtımının geliştirilmesi olan bir grup geliştirici çalıştırabilir. İş yükünün geri kalanını özgür yazılım camiası kendi üstlenirse bu yapı devam eder. Elbette Tübitak'ın Pardus'la ilgili haklarından bazılarını devrederken yeni dağıtıma vereceği desteği de iyi tarif etmesi ve kesin bir şekilde taahhüt etmesi gerekir.

Çalıştaydan sonra olanları ayrıntılı yazmayı planlıyorum. Sizin dile getirilmesini istediğiniz şeyler varsa yorum olarak ekleyebilirsiniz ama bunların 'paket yöneticisi şöyle değişsin', 'masaüstü şu olsun' şeklinde değil de 'bu mevzu şöyle devam etsin/etmesin' şeklinde olması daha yararlı olur diye düşünüyorum.

3 Mart 2012 Cumartesi

Sivas davasında zaman aşımı, NCIS, NCIS-LA, CSI, CSI-NY, CSI-Miami, Numb3rs ve diğer suçluyu bulma dizileri üzerine

Çocukluğumda Sherlock Holmes'un kitapları okumayı, filmleri seyretmeyi pek severdim. O ve benzerlerinin ortada hiç delil yokmuş gibi görünen veya delillerin bambaşka birşey işaret ettiği durumlarda bizim dikkat etmediğimiz şeylere dikkat ederek suçluyu bulmaları zekice bir bulmaca çözme zevki yaşatırdı bize. Ama onlar sıradan davalara bakmazlardı. Bir işle ilgilenmeleri için onun çözülemeyecek gibi durması, işin içinde karanlık bir tarafın olması gerekirdi. Mesela bir meydanda kalabalık bir grup bir oteli yaksa ve televizyonlar bunu canlı yayınlasa, meydanda asker, polis de mevcutsa bu konunun Sherlock Holmes'un ilgi alanına girmeyeceğini hepimiz tahmin edebilirdik. Böyle çözülecek bir gizemi olmayan konuları zaten yargı sistemi çözüyordu.


Aradan yıllar geçtikçe teknolojinin de ilerlemesiyle suçluyu bulma konusu daha ilginç bir hal almaya başladı. Önce parmak izi işin içine karıştı sonra DNA. Artık suçlu suç mahalinde bir saç telini düşürse kimliği, arabasını hafifçe bir yere sürtse boyanın izinden arabanın plakası bir şekilde anlaşılır olmaya başladı. Bu kadar detaylara girilince bir dizide, kitapta kolayca 'parmak izini bırakmış ondan kimliğini belirledik' demek çok kolay olacağından çözümler de daha çetrefilli olmaya başladı. Hele ki insanların yakıldığı bir otelin önünde boy boy fotoğrafları çekilen, videolarda görüntüleri bulunan birinin kim olduğunu tespit etmek veya yakalamak elbette bir başarı olarak gösterilemez hale geldi.


Bu tip dizileri izletebilmek için artık suçlunun ya çok ince detaylar kullanılarak anlaşılması (NCIS*, CSI*), ya çok eski tarihli bir suçun çözülmesi (Cold Case), ya bizim kolayca anlayamadıklarımızı anlayabilen birilerinin suçu çözmesi (Lie to Me, numb3rs) ya da çözen ekibin diğerlerinden farklı özellikler (Breakout Kings, Thorne) içermesi gerekmeye başladı.



Elbette bu suçluyu bulma dizilerinin hedefinin sadece izleyicinin merakını derinleştirmek değil aynı zamanda topluma 'bir suç işlenirse onun failini belirlemek için müthiş imkanlarımız var, er veya geç (ama çoğunlukla çok erken) suçluları kimliklerine bakmaksızın (görevi, rütbesi, mali durumu ne olursa olsun) tespit ederiz. Suçlular cezasız kalmaz' mesajını vermek olduğu çok belirgin. Elbette her olayın çözülmesiyle suçlunun ne kadar ceza alacağıyla ilgili ipuçları da veriliyor dizilerde. Hatta sadece hapishanelerdeki zor koşulları (elbette içine macera katarak) göstererek suçtan yıldırmaya da çalışıyorlar. Tabi dizilerde toplanıp bir otel dolusu insanı yakanları mahkemede savunan milletvekillerini filan gösterip halkın adalete güvenini sarsmıyorlar.


Bizde suçluyu arama dizisi olarak Kanıt var. Kanıt'ın yabancı benzerleri gibi tutmamasının nedeni hem dizinin çekimine diğerleri kadar kaynak ayrılmaması hem de çok sayıdaki faili meçhul vakaları yüzünden dizide anlatılanlara inanmakta güçlük çekmemiz. Sonuçta yabancı ülkelerde de zengine zengin gibi, fakire fakir gibi davranıldığını, kötü muamalenin olduğunu falan biliyoruz ama oralarla ilgili detayları çok az bildiğimizden inanmamız (veya önemsemememiz) daha kolay oluyor.

Aslında bu yazıda Sivas Davasından bahsetmeyi planlıyordum ama yerim kalmadı / zaman aşımı oldu.

izlediklerimden öğrendiğim bir şeyler var

İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...