Pınar Kür romanlarıyla ilk tanışmam Cinayet Fakültesi romanıyla olmuştu. Roman kahramanının benim de olmak istediğim gibi bir matematikçi olması harika bir tesadüf gibi gelmişti bana. Dünyanın bir yerinde, bir okuma grubu onun Asılacak Kadın [1] romanını okuyordur diyerek ben de bugün tekrar okudum. İlk okuyuşumun üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçtiğinden romanı buğulu bir camın ardından görülen sonbahar manzarası kadar hatırlıyordum.
Roman 1979'da yayınlanmış, yani bilinç akışı tekniğiyle çokça Türkçe metin yazılmış, Tutunamayanlar'ın onlarca sayfa akan konuşmasını herkes okumuş. İçeriği çok cesur ve çarpıcı olmasına rağmen dil açısından bir yenilik yok bence Asılacak Kadın'da. Hatta ilk iki bölümde fazlalıklar var. İlk bölümde aklından geçenleri dinlediğimiz Faik İrfan Elverir'in düşünceleri nasıl kesikli ise anlatım dili de öyle. Neredeyse sadece nokta var noktalama işareti olarak, hatta çok fazla nokta var. Ceza Reisinin aklı hep kırılan kalemde, verdiği cezada, tabi bir yandan da mutsuz evliliğinde. Böyle bir akışta hiç virgül, soru işareti kullanmayarak tam olması gereken hissi vermiş diyecekken nedense hiç de gerekmeyen birkaç virgül ve soru işareti var. Keşke onlar da olmasaymış.
İkinci bölümde romanın asıl kahramanı olan Melek'in aklındayız. İdama mahkum olmuş, öncesinde berbat şeyler yaşamış bir köylü kızı olan Melek düşünürken elbette noktalarla, noktalı virgüllerle düşünmüyor. Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'da onlarca sayfa akan bir nehir gibi konuşturmasına benzer bir şekilde yazılmış ama nedense Fransızca metinler büyük harfle ve Melek'in asla okuyamayacağı şekilde özgün halleriyle geçiyor metinde. Melek kendi aklından düşünürken Jozet derken başkası aynı kadından bahsederken yine Melek'in aklından JOSETTE diye geçiyor metinde. Bunlar küçük ayrıntılar gibi görünebilir belki ama romanın bir büyük eser olmasının önüne geçmiş bence.
Son bölümde Yalçın'ın kendisi de Melek'e yapmadığını bırakmamış olmasına rağmen onu kurtarmak istemesinin nasıl sefil bir düşünce olduğunu anlamamızı sağlayan (pekiştiren) yazılarını okuyoruz. Yeterince steril bir ortamda yaşan biri bu rezillikler nasıl yaşanmış diye şaşabilir belki ama biz bütün bir köyün birlik olup neler yaptığını çokça okuduk, unuttuk, tekrar okuduk/izledik, tekrar unuttuk. Bugün bile genelevlerde çalışan kadınların Melek'ten bir farkları var mı emin değilim doğrusu.
Kitabın sonuna Pınar Kür'ün romanının toplatılması için açılan davaya yazdığı savunması da konmuş. Tam da onun yazdığı gibi Asılacak Kadın hala okunurken onu toplatmak, imha etmek isteyenleri bugün hatırlayan yok.
Roman 1986'da Başar Sabuncu tarafından sinemaya da uyarlanmış [1]. Üçte ikisi kahramanların bilinç akışlarıyla anlatılan bir metni filme çekmek yönetmenin bir yandan işini zorlaştırırken bir yandan da ona yaratıcılığını gösterebileceği bir alan bırakmış. Türk sinemasında çok sevilen bir yöntem olan romanı birebir izleyiciye göstermek imkanı olmadığından yönetmenin araları kendisinin doldurması gerekmiş. Anayurt Oteli filmi hiçbir yaratıcılık içermemesine rağmen neden bu kadar seviliyor gerçekten hiç anlamıyorum.
Bir romanı film olarak karşımıza getiren yönetmenin romanın ruhu haricinde her şeyi değiştirmeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Hamlet kızılderili bir kadın olarak bile gösterilebilir bize, yeter ki o duyguyu bize geçirsin. Asılacak Kadın'da da Yalçın tabancayla mı ateş etmiş, tüfekle mi gibi konuların zerre önemi yok bence. Yönetmen mahkemenin hakiminin özel hayatını dışarıda bırakarak çok iyi bir karar vermiş, yoksa işin içinden çıkamazmış gibi geliyor bana. Filmi youtube'dan bile izlemek imkanı var [3], bir başyapıt değil ama romanı okuduktan sonra bir buçuk saat ayırıp izlense fena olmaz. Filmde Müjde Ar (bu filmde 32 yaşında ve öncesinde çokça ses getirmiş filmleri olan, hadi kabul edelim, çok güzel bir kadın) haricindeki oyunculuklar çok zayıf. Kötü oyunculukların sorumluluğu bence oyunculara değil, yönetmene yazılmalı.
Velhasıl güzel bir roman Asılacak Kadın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder