İkisini karşı karşıya koyunca (neden böyle bir şey gereksin bilmiyorum ama) Dostoyevski'yi fersah fersah ilerisinde görsem de kıskanmanın kitabını yazan Tolstoy'dur. Kreutzer Sonat'ta [1] anlatılan Pozdnişev'in kıskançlık duygusu aradan geçen bunca yılda, kültür bu kadar değişmiş olmasına rağmen eskimeden duruyor. Kadınlar hala aslı astarı olmayan şüphelerle öldürülüyor. Elbette bu şüphelerin gerçek olması dahi kimsenin canını almaya yeterli değil. Tanımını nasıl yaparsak yapalım insan birini kıskanıyorsa, arkasını dönüp gitmeli. Biri size başkasını düşünmediğini kanıtlayabilir mi? Elbette hayır! O zaman başka türlü yolunuza bakmalısınız. Şimdi biz kıskanmak üzerine biraz konuşalım.
Kıskanmak çoğunlukla yetersizlik duygusuyla ilişkilendiriliyor ama yeterlilik duygusu nedir? İnsan hangi durumda kendinden daha iyi biri olmadığından emin olabilir? Dünyanın en zengin insanından daha yakışıklı biri yok mu örneğin? Zamanında sekiz defa Mr. Olympia şampiyonu olan bir vücuda sahip olsanız bile bir vakit geliyor yürümek bile bir marifet haline gelmiyor mu? Diyelim bir konuda dünyada rakibi olmayan bir konumdasınız (bunun ne kadar nadir bir şey olduğunu aklımızdan çıkarmadan devam edelim), karşınızdakinin tek ilgi duyduğu şey bu en iyi olduğunuz mevzu olmaya ilelebet devam edecek mi? Karşınızdakinin sizden iyi yüzen, bisiklete binen, ip atlayan, ıslık çalan biriyle karşılaşmayacağını mı düşünüyorsunuz? Sizden çok okuyan, dinleyen, izleyen kamyonla insan var. Yine de insan birini tek bir özelliği yüzünden beğenmiyor. Bütün yeterlilikleri bir araya getirince de toplamda daha yukarıda olmak gibi bir ölçü kalmıyor. İnsanın bir konuda kendini yetersiz hissetmesi kadar normal bir duygu düşünemiyorum ben. Her konuda bizden daha yeterli insanlar var. 187 kilo halter kaldıran kadın var, kiminle yarışıyoruz? Siz kimseyi en en en iyisi olduğu için seçmediniz, o da sizi bu sebeple seçmedi. Hadi biraz kışkırtarak sorayım Liv Ullmann'dan daha güzel olduğu için mi seviyor bir erkek bir kadını, lütfen?
Karşımızdakinin doğruyu söylemediğine yönelik bir şüphe mi kıskançlığı tetikliyor peki? Bunun için de birinin yaşadığı şeyin doğrusunu, yalnızca doğrusunu ve tüm doğrusunu anlatabilmesini bekliyor olmamız lazım. Bunun yapılamayacak bir şey olduğu çok açık değil mi? Bir odadan çıkan iki kişi aynı olayı aynı şekilde anlatamaz. Hatta aynı kişi aradan süre geçince aynı hatırayı aktaramaz. O zaman soruyu şöyle güncelleyelim: bizim için önemli olduğunu bildiği bir şeyi anlatmıyor olabilir mi? Sanki bizim için önemli olan şeyleri biz kesin olarak biliyoruz, bizim için önemli olan şey değişmiyor, anlattığı her şeyi biz anlıyoruz gibi kabuller de çok geniş kapsamlı geliyor bana. Buradan yine anlaşmak mümkün değil noktasına gelmek istemiyorum ama kıskanmanın temelini anlamaya çalışıyorum.
Aldatılmanın karşısında hissedilen duygu muhtemelen kıskanmak değildir. Hayal kırıklığı, öfke, üzüntü olabilir ama artık kıskançlık aşaması geçilmiştir herhalde bu durumda. Burada bahsettiğim duygu ikili ilişkideki kıskançlık; Nahid Sırrı Örik'in Kıskanmak'ta [3] muazzam bir şekilde anlattığı başka bir kıskanmak da var. Canım Uğur'la okuduğumuz Sultan Hamid Düşerken'le [4] tanıştığım Nahid Sırrı Örik'i çok severim. Yazdığı her şey bence okunmaya, ayrılan vakte değer.
Üşüyen ellerini ısıtacak başkası olmasın, o hep ben olayım duygusu yok demek gerçekçi gelmiyor bana. Beth Harh'ın [5] yaptığı gibi ileri gitmeyelim elbette ama bir yere kadar sahiplenmek, olmayınca devam etmek gerekiyor.
[1] https://www.goodreads.com/book/show/18729673-kreutzer-sonat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder