Okumak sadece bireysel bir etkinlik olsa da birisiyle/birileriyle yakın zamanlarda okuyup üzerinde kısacık da olsa konuşabilmek hayatın büyük keyiflerinden biri benim için. Okunan metnin kendisinde anlaşılmayan bir şey olmasa da kitabın çağrıştırdığı şeyleri duymak, onlar üzerine konuşmak insanın başka türlü elde etmesi mümkün olmayan bir deneyim. Benzer şeyleri okumaktan hoşlanan birini / birilerini bulmak nadirattan bir durum olduğu kadar bunu sürdürebilmek belki daha da az bulunan bir şeydir.
Hakkında konuş(a)masam bile tanıdığım biriyle yakın zamanlarda aynı kitabı okumayı da severim. Belki bu da karşıdakinin arzusunun nesnesi olmayı arzulamanın bir tezahürüdür [bu laflar nereden çıkıyor bugün anlamadım ama neyse]. Velhasıl her kitabının kapağında Fransa'da şu kadar sattı diye yazan (elbette bunda yazarın bir kabahati yok ama) Laetitia Colombani'nin kitaplarının benzer bir saikle [yok artık] okudum. Yan Pasaj Yayınları her iki kitabı da büyük bir özenle hazırlamış. Çevirmen Gülşah Ercenk okurken rahatsız eden bir cümle bile kurmamış. Aslında sadece Saç Örgüsünü okumayı planlıyordum ama yazarın onun devamı niteliğinde bir romanı olduğunu görünce onu da okuyayım dedim [sanki niye okudun diye soran var].
Saç Örgüsü
Yazarın aynı zamanda yönetmen ve senaryo yazarı olması romanın kurgusuna çok olumlu katkıda bulunmuş. Hindistan, İtalya ve Kanada'dan üç kadının hikayeleri bir saç örgüsü gibi kıvrıla kıvrıla uçları bir araya gelecek şekilde anlatılıyor. Romana başladığımda bu kadar alakasız yerlerdeki kadınların hikayeleri neden her bölümde birinin olduğu şekilde yazılmış anlamadım ve birbirlerini görmelerinin kurgunun çok zorlanmasını gerektireceğinden keşke birini bitirip diğerine geçseymiş dedim ama yarıyı geçince neden böyle bir izlek takip edildiğini anladım.
Kitabın arka kapağında yazdığı gibi üç kadının ortak taleplerinin özgürlük olduğundan da şüpheliyim. Tamam üçünün de hayatlarında kontrol edemedikleri şeyler var, bazı şeyleri değiştirmek için fedakarlıklar yapmaları gerekiyor ama istedikleri şeyleri özgürlük şemsiyesinin altında toplamak bence çok basitleştirmek olur. Kızını Hindistandaki berbat ötesi hayattan çıkarmak isteyen annenin talebine özgürlük denebilir mi? Kanadalı avukatın hastalığını öğrendiğinde ailesine daha çok vakit ayırmayı istemesi bir özgürlük talebi mi? İtalyan genç kız zaten aile şirketinin batmaması, sevmediği biriyle evlenmek zorunda kalmamak gibi hedefler peşinde. Bu özgürlük meselesini geride bırakınca romanı genel olarak beğendiğimi söylemek isterim.
Fransız yazarın hiç bilmediği kültürlerden üç kadını bir biriyle aynı yoğunlukta, aynı kültürün kavramlarıyla konuşturması ve düşündürmesi anlatılanlara inanmayı zorlaştırdı benim için. Kast sisteminin dışında kalacak kadar perişan durumdaki bir kadın hakkında şöyle deniyor ama aynı ifade İtalyan veya Kanadalı kadın için de söylenebilirdi. Ülkelerin kültürlerinin, insanların yaşadıklarının düşünceleri üzerinde hiç mi etkisi yok?
Smita kocasıyla birlikte gitmeyi çok istemişti ama savaşmayı reddettiği an Nagarajan'a olan bütün sevgisi de bitmişti. Sevgi kuş misaliydi; bazen bir kanat çırpışıyla geldiği gibi, yine bir kanat çırpışıyla gidiyordu.
Dünyanın üç köşesindeki kadınların aynı kavramlarla anlatılmaları bende Stanley Kubrick'in Paths of Glory'de Fransız ordusunu İngilizce konuşturması gibi bir etki bıraktı. Yazar bunun için ne yapabilirdi bilemiyorum ama o yazarın sorunu değil mi zaten?
Uçurtma
Bu romanla ilgili de yarın devam edeyim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder