18 Şubat 2019 Pazartesi

Ulusal konferansların sonu

Akademik çalışma çokça zaman ve emeğin ürünüdür. Akademisyenlerin mesai dışı zamanlarını da harcayarak ortaya çıkardıkları sonuçların kabul görebilmesi için önlerinde iki yol oluyor genellikle: hakemli dergiler ve konferanslar. Hakemli dergiler başka bir yazının konusu olabilecek bambaşka konular içeriyor ama bu yazıda konferanslardan bahsetmek istiyorum.

Konferanslar ve onların sorunlarına geçmeden önce akademisyenlerin çalışmalarını sadece mesleki merak sonucu yapmadıklarını ve mutlaka meslaktaşları tarafından kabul görebilecek şekilde yayınlamak istediklerini söylemeliyim. Akademisyenler yayın yapacakları dergileri akademik yükselmelerinde ve özgeçmişlerinde kullanabilecekleri şekilde seçtikleri gibi katıldıkları konferansları da benzer şekilde seçiyorlar. Bu nedenle mutlaka bir hakem değerlendirmesinden geçirdikten sonra bildirilerin sunulmasına izin veren konferanslara katılıyorlar.

Konferansların dergilerden bir önemli farkı sunduğunuz bildiriye ilgililerden hemen geri bildirim alabilmektir. Sizinle aynı alanda çalışan ve başka türlü tanışma ihtimaliniz çok düşük olan meslektaşlarınızın çalışmalarını dinlemek, sunumların aralarında başka çalışmalar, projeler için ortaklıklar kurmak konferanslarda az rastlanan şeyler değildir. Konferansların bir büyük faydası da dinleyiciler içindir. Bir bilimsel makaleyi okuduğunuzda aklınıza takılan şeyler olduğunda bir başınasınızdır, oysa konferansta o konuyu hem diğer meslektaşlarınızla, hem de bizatihi fikrin sahibiyle tartışabilirsiniz. Örneğin Türk Fizik Derneği'nin düzenlediği Fizik Kongresine katıldığınızda fiziğin hangi alanında çalışırsanız çalışın sizi şaşırtacak konuları çalışan meslektaşlarınızı dinleme fırsatı bulursunuz. Atom altı parçacıklardan galaksilere, çok geniş bir yelpazede çalışan fizikçileri dinleyebilirsiniz. Bunu elbette bu alanlardaki dergileri de okuyarak yapabilirsiniz ama çok vakit alacağından muhtemelen yapamazsınız.

Ülkemizde düzenlenen pek çok ulusal ve uluslararası konferans mevcut. Bir süre öncesine kadar ulusal konferansların sayısı çok fazlayken birkaç yıldır neredeyse bütün konferanslar uluslararası hale geldi. Bunun en önemli nedeni YÖK'ün duyurduğu akademik teşvik kriterleridir. Akademik teşvik kriterleri hangi alanlarda yapılan faaliyetlerin akademisyenlerin maaşlarına katkı yapacağını belirliyor. Tebliğlerle ilgili madde şöyle:
Hakemli uluslararası bilimsel konferansta, sempozyumda veya kongrede sözlü olarak sunulan ve bunların kitabında yayımlanan tam bildiri
Buradan görülebildiği gibi ulusal bir konferansta sunulan çalışmanın hiçbir katkısı olmuyor akademisyene. Görev süresi uzatımında da kullanılamıyor ulusal konferans ve kongrelerde sunulan çalışmalar. Doçentlik ve profesörlük için de işe yaramayınca neredeyse hiçbir akademisyen ulusal konferanslara katılmıyor. Çok yakın gelecekte ülkemizde tek bir akademik ulusal konferans kalmayacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok.

Ulusal konferansların değerlendirmeye katılmamasının nedeninin üç kişinin biraraya gelip konferans düzenlemesi ve burada sunduğu bildirilerle akademik yükselme almasının önüne geçilmesi isteği olduğunu anlayabiliyorum. Peki kriterleri uluslararası yapınca bunun önüne geçilmiş oluyor mu? Eposta adresi bölümünün sayfasında listelenen her akademisyen bunun gerçekleşmediğinden emindir. Hepimiz en az günde bir uluslararası konferans/kongre daveti alıyoruz. Hem de neredeyse hepsi multi-disipliner konferanslar. Pek çok konferans davetinin altında YÖK'ün akademik teşvik kriterlerini sağladığı ifadesi yer alıyor.

Elbette niyetim ulusal olanları övmek, uluslararası olanları yermek değil. Tahminim YÖK yakın gelecekte ulusal veya uluslararası hiçbir konferansı/kongreyi akademik yükselme ve teşvikte değerlendirmeyecek ve akademi bu konuda ne yapacağını yeniden düşünmek zorunda kalacak. Ulusal konferanslar bitiyor ama uluslararası olanların bu halini de sürdürmek mümkün değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ayı Dağı - Andrew Krivak

Duvar'da dünyada tek sağ kalan kadının hikayesini okuduktan sonra Ayı Dağı'nda (dünyaya her ne olduysa artık) hayatta kalan iki kişi...