11 Kasım 2025 Salı

bir ayrılık, bir yoksulluk, bir de ölüm

İnsana en büyük korkusunu gösteren bir aynaya baksam ne görürdüm acaba? Bu soruya cevap vermenin iki büyük zorluğu var gibi geliyor bana. Birincisi en büyük korku üzerinde düşünmek oldukça zor. Aslında düşünmenin kendisi zahmetli bir eylem. Karşımıza iki seçenek çıkınca birini seçmeden önce bir şeyleri tartmayı düşünmek olarak tanımlarsak habire düşünüyormuşuz gibi geliyor ama düşündüğümüz önermeyi ve bileşenlerini tanımlamak, tersi olabilecek bir durumu tarif etmeye çalışmak disiplinli bir şekilde uğraşılmadıkça yapılması zor işler. İkinci olarak da bahsi geçen korku zamanla değişebiliyor. Hem neden sürekli korkularımızı düşünelim?

Unutuyor muyum, hatta unuttuğumu unutuyor muyum sorusuna kendi kendine cevap vermek de başta tahmin edildiği kadar kolay değil (en azından benim için). Böyle bir durum başladığında ne yapmayı planladığımı da unutabileceğim için hazırladığım eylem planı da çok karmaşık oldu. Buraya yazsam kimsenin işine yaramaz diyerek onu geçiyorum. Kendimi daha fazla tetiklememek için bu konuyu işleyen edebiyata ve sinemaya mesafeli durmaya çalışıyorum. Florian Zeller'in The Father (Baba) [1] filmini izlemeye ancak cesaret bulabildim bugün.

Bir adamın kafasının içinde nasıl kısılıp kaldığını sinema diliyle muazzam anlatmış yönetmen. Aynı olayların defalarca tekrar etmesi, yüzlerin, seslerin başka başka kişilerde tekrarlaması izleyicinin bile kafasını karıştırırken bunları yaşayan kişinin ne hissettiğini anlamamız mümkün değil elbette. İnsanın beyninin yeni hatıra üretememesi, eskileri hatırlarken gerçekliğin kırılması yaşayanın bize aktaramayacağı tecrübeler. Filmin anlattığı konunun şehvetine kapılmadan çekildiğini söyleyeyim de benzer sebeplerle izlememiş olanlar varsa bir fikirleri olsun. Çevresinde benzer bir tecrübe yaşamış olanlar için ağlama garantili bir film olduğunu söylemeye gerek yoktur sanırım. Benzer bir konuyu işleyen çok güzel bir roman okumak istenler için Julie Otsuka'nın Yüzücüler [3] romanı (Duygu Akın'ın harika çevirisiyle) önermek isterim.

Yönetmenin 2022'de çektiği The Son (Evlat) [2] ise bir başka büyük korkuyu; çocuğuna yeterince iyi anne, baba olamamayı konu ediniyor. Aslında iyi baba olmak diye bir şey mümkün mü emin değilim. En azından benim olamadığımı söyleyebilirim. Filmin sonunda gerçekten oğlunun kitap yazıp döndüğüne inanıp filmi izlediğime pişman olur gibi oldum doğrusunu söyleyeyim.

Yönetmenin bazı olayları göstermeyip sonrasındaki etkisiyle onları tamamlamamızı istemesi çok akıllıca bir hareket gibi geldi bana. Bunu Haneke'nin tercih ettiği gibi kamera açısının dışında bile göstermiyor Zeller. Dünkü tartışma için özür dilerim'i duyduğumuzda artık o tartışmanın kendisini görmemize gerek kalmıyor. Her iki filmdeki sesler ve ışıklar da tam böyle olmalı dedirtecek kadar iyiydi (ben ne anlıyorsam artık).

Seneye gösterime girecek bir filmi daha olacakmış, umarım unutmam ve seyredebilirim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

bir ayrılık, bir yoksulluk, bir de ölüm

İnsana en büyük korkusunu gösteren bir aynaya baksam ne görürdüm acaba? Bu soruya cevap vermenin iki büyük zorluğu var gibi geliyor bana. Bi...