Aristoteles'in kadınların erkeklerden daha az dişi olduğunu söylemesi ve yüzlerce yıl kimsenin bunun doğruluğunu kontrol etmeye kalkmaması insana ilk okuduğunda çok saçma bir şey gibi geliyor. Gerçek bir dakikada öğrenilebilecek kadar uzakta olmasına rağmen insanın duyduğunu sınamaması ancak çok eski çağlarda olur, şimdi böyle bir önerme olsa her şeyi test ettiğimiz gibi onu da test ederiz diyor insan. Bu şüphecilik çağında en azından bu kadar göz önünde olan şeylere sadece duyarak inanılmaz gibi gelse de geniş kitleler için durumun hala değişmediğini düşünüyorum. Birkaç örnekten bahsedip bir yere bağlayabilecek miyim bakalım.
Kurbağa yavaş yavaş ısıtılırsa sıcaklığın arttığını fark edemeden ölür: Bununla anlatılmak istenen çok açık; değişiklikler yavaş yavaş yapılınca her şeye alışırız. Peki bunun bir sonu yok mu? Biri de çıkıp ben kurbağayı yavaşça ısıtmayı denedim, bir zaman sonra çok sıcak oldu diye kaçtı neden demiyor? Ben eminim kurbağanın ölmeden önce kaçacağına. Yıllar önce küvette sıcak suyun içindeyken uyuyakalmıştım, su yavaş yavaş soğudu elbette ve ben de üşüyerek uyandım. Bu kadar işte! Kurbağalar da bu kadar sıcaklık fazla diyerek kaçarlar o kazandan. Bu, metaforun kullanıldığı anlamı tam tersine çeviren bir tezat değil mi aslında? Toplumsal değişimler yavaş yavaş da yapılsa kabul edilemeyecek bir eşik seviyesi vardır denebilecekken nasıl tam tersine ikna olunabiliyor?
Mehter takımı gibi iki ileri bir geri gitmek: Mehter takımının nasıl yürüdüğünü görmek en az bir kadının dişlerini saymak kadar kolay olmasına rağmen ilerlemenin çok yavaş olduğunu ifade etmek için kullanılıyor bu ifade. Halbuki değil mehter bölüğü, hiçbir birlik geriye doğru adım atmaz. Mehter bölüğü iki adım attıktan sonra bir seferinde sağa, diğer iki adımdan sonra ise sola dönerek etrafı selamlar. Bunun sadece törenlerde yapılan bir şey olduğu herkesin malumu olması gerekirken ve bir tıklamayla nasıl yürüdükleri görülebilirken niye bu zırva metafor hala kullanılıyor? Daha vahimi neden böyle yürüdükleri yönünde bir inanç var? Mehter bölüğünü yürürken görenlere bile sorulsa eminim önemli bir kısmı iki ileri bir geri gittiklerini söyleyeceklerdir.
İğne yapraklılar yaprak dökmez: Herdem yeşil (evergreen) çam, ardıç, sedir gibi ağaçların özelliklerini tarif etmek için kullanılan bir şey onların yaprak dökmedikleri. Hatta sözlüğe bakınca evergreen'in karşılığı olarak yaprak dökmeyen'i görmek mümkün. Eminim öğrenci olduğum yıllarda sorulduysa ben de bunu yazmışımdır sınav kağıdına. Halbuki bahçemizde 4 tane kocaman çam vardı çocukken ve ben sararmış iğne yaprakların yerleri nasıl kapladığını hep görürdüm. Okula bile gitmeden önce gördüğüm, bildiğim bu gerçeği nasıl ezip yaprak dökmediklerine ikna olduğuma yıllardır şaşarım. Çocukluğumdaki bütün arkadaşlarım da aynı durumdaydılar; hepimiz dökülen pürleri (çamların iğne yapraklarını) görüp derste söylenenlere itiraz etmiyorduk.
Yarin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber!: Bu da Nazım'ın bizi ikna ettiği kadınların diş sayısı mevzusu. Şiirde (destanda) şöyle bir bölüm var:
"Torlak Kemalle Mustafa
öptüler
şeyhlerinin elini.
Al atların kolanını sıktılar.
Ve İznik kapısından
dizlerinde çırıl çıplak bir kılıç
heybelerinde al yazma bir kitapla çıktilar...
Kitaplarının adı:
"Varidat"dı."
Bahsi geçen kitap Şeyh Bedreddin'in Varidat adlı eseri. Varidat öyle efsanevi bir kitap değil, her yerde satılıyor. Ben dahi kelebeğin kanadında uçuyormuş gibi mutlu olduğum bir gün almıştım bir kopyasını. O zamanın dilini okumak zor, kabul ediyorum ama bir sürü dipnotlarla basımları var. Ben büyük bir hevesle okumama rağmen devrimci bir metinle karşılaşmadığımı söylemek zorundayım. Yarım yüzyıldan fazla zamandır Bedreddin'in kendi eserine değil de Nazım'ın onunla ilgili yazdığı şiire inanmak akıl alır şey değil.
Elbette yukarıda yazdıklarımı kimse düşünmemiş, hakkında yazmamış demiyorum ama genel kanaatin gözümüzün önünde olan değil de duyduklarımız olmasında da gören gözler için nice ibretler yok mu? Her seferinde J.F. Kennedy'nin kardeşine yapıldığı gibi kafatasının içini açalım demiyorum ama herkesin dilinde olan, gün gibi aşikar görünen şeyler belki de öyle değildir diye şüpheyle yaklaşmakta fayda var gibi geliyor bana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder