5 Eylül 2025 Cuma

Yazan, Yöneten ve Oynayan aynı kişiyse o tiyatroya gitmeyin

Elbette her genelleme gibi bunun da bazı istisnaları var ama istisna olmadan genelleme zaten yapılamaz.  

Oldukça uzun zamandır yerli ve yabancı, özel ve devlet tiyatrolarından oyunlar izliyorum. İzlediklerim arasında en kötülerini sınıflandırdığımda açık ara en kalabalık grubun tek kişilik oyunlar olduğunu söyleyebilirim. Bunların da önemli bir kısmı aynı kişinin oyunu yazdığı, yönettiği ve sahnelediği oyunlar. Çemberi biraz daha genişletince yönetmenin sahneye indiği oyunların, sahnede kaç kişi olursa olsun genel olarak kötü (hatta berbat) olduğunu söylemek mümkün (Okan Bayülgen'in Otelde oyunu tam bir hayal kırıklılığı örneğin). Meslek olarak bu işi yapmadığımdan teorik altyapısını bilemiyorum ama yönetmen (en kaba ifadesiyle) sahnedekilere "bu olmadı" diyecek tek kişi gibi görünüyor. Bu önemli görevdeki kişiyi sahneye çıkartınca onu uyaracak kimse kalmıyor dışarıda. Kendilerini kaydedip izlemiyorlar mı, izliyorlarsa bu saçmalıkları nasıl karşımıza çıkartıyorlar bilemiyorum doğrusu.

Bir diğer gözlemim de tek kişilik oyunların çoğunun tiyatro bile olmadığı yönünde (stand-uplar zaten tek kişilik olduğundan onlardan bahsetmiyorum). Özel tiyatroların oyunların hazırlık süreçlerine zaman ve para ayırmalarının zor olduğunu anlıyorum. Bilet fiyatlarını yüksek tutsalar zaten sınırlı olan seyirciyi salona çekmekte zorlanacaklar kabul. Sisteme dahil olmak istemeyen sanatçıların zaten düşük olan bilet gelirlerini bölüştüklerinde ellerinde yaşamaya yetecek para da kalmıyor olabilir. Ama ortaya çıkan şeyin çoğunlukla tiyatroyla ancak çok uzaktan bir ilgisi oluyor. Gerçekten iyi bir oyun seyretmemiş olan izleyiciler maalesef tiyatro buymuş diye düşünüyor. Örneğin Sertaç Yekeboğa'dan izlediğim Macbeth ödüller almış bir oyun olmasına rağmen hayatta izlediğim en kötü şeylerden biriydi. Yine yakınlarda izlediğim Özgür Özgülgün'ün yazıp oynadığı (tanıtımda yönetmen kelimesi bile geçmiyor öyle düşünün) Hayatı Hikâye Olan Adam Sait Faik isimli seyirlik gösteri asla bir tiyatro oyunu değildi. Son olarak Serkan Atar'ın oynadığı Tutunamayanlar oyunundan çıkınca sahneye koyanların ya romanı okumadıklarını ya da anlamadıklarını düşündüm. Oğuz Atay ve Tutunamayanlar hakkında o kadar çok değerlendirme yazılmış ki izlediğim halini sahneye koymak bence çok ayıp bir iş olmuş. Kumbaracı 50'de Yiğit Sertdemir'in performansıyla izlediğim Demiryolu Hikayecileri ne kadar güzel bir oyundu halbuki. Genco Erkal'dan Bir Delinin Hatıra Defterini, Uğur Yücel'den Hiç'i izleyip büyülendiğimi, Zerrin Tekindor'un oynadığı Toz'da ise hayal kırıklılığına uğradığımı da yazmış olayım. 

Sahneyi sise boğmak, seyircinin düşündüğünü bile duyamayacağı kadar yüksek desibelli müzikle, nereye geldim ben dedirtecek ışıklarla sahneye bakamaz hale getirmek oyunlardaki eksiklikleri elbette kapatmıyor.  Bunu söylerken elbette tiyatro 2500 sene önceki gibi oynanmalı iddiasında değilim. Bütün sanatlarda olduğu gibi tiyatroda da yenilikler denemek istiyordur sanatçılar, ya ne yapacaklardı? Oyuna eşlik eden müzikler, ışıklar, hareketli dekorlar ve hatta arka planda vidyolar gösteriyi zenginleştiren unsurlar olabiliyor. Serkan Keskin'in tek başına oynadığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde bu bahsettiğim her unsur vardı ve bence tiyatro olarak çok başarılıydı (ben romanı bambaşka anladığımdan oyunu çok sevmedim ama o ilgisiz bir konu). Moda Sahnesindeki Onur Ünsal'ın hem oynadığı hem de yönetmeni olduğu Babamı Kim Öldürdü? oyununda neredeyse hiçbiri yoktu ama o da harika bir oyundu. Yani demem o ki bir tiyatroyu iyi veya kötü yapan şey kullanılan materyal değil oyunculuk, yönetmenlik ve senaryo.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazan, Yöneten ve Oynayan aynı kişiyse o tiyatroya gitmeyin

Elbette her genelleme gibi bunun da bazı istisnaları var ama istisna olmadan genelleme zaten yapılamaz.   Oldukça uzun zamandır yerli ve yab...