17 Ekim 2023 Salı

Tatlısu - Akwaeke Emezi

Afrikalı yazarların romanlarının büyüler, ruhlar gibi konuları içermesi benim için okumayı zorlaştırıcı oluyor. Márquez'de olduğu gibi bir büyülü gerçeklik olmuyor romanlarında (hoş ben o büyülü gerçekliği de sevmem) hayatın bir parçası olarak ruhlar, tanrılar anlatılıyor. Orada yaşanan hayatın herkes tarafından kabul edilen ögeleri olduğundan yazarların kullanması normal olsa da Çanakkale'de evde tek başına kitap okurken bazı tanrıların olayların akışını değiştirmesini kabul etmek zor geliyor. Eğer öyle tanrılar, öcüler yoksa hayat nasıl böyle saçma sapan bir hal alıyor onu da bilemiyorum (görüyorsunuz kabahat benim değil).

Afika romanının önemli isimlerinden Chinua Achebe'nin bir üçlemesini okumuştum ve bitirmek zor gelmişti diye hatırlıyorum. Okuduğum pek çok Afrikalı yazarda benzer bir tarz vardı. 2021 Man Booker Ödülünü alan Damon Galgut farklıydı. O da Afrikadan Avrupa'ya göçen insanları anlatıyordu. Nijeryalı yazar Akwaeke Emezi'nin Tatlısu romanına başlarken de benzer bir roman diye düşündüm başta. Emezi fenimist bir yazar ve kendi yaşam öyküsünden esinlenerek yazdığı ifadesi var kitabın arka kapağında. O zaman romanın kahramanı kızın aklının içindeki acayip ruhlar (bu yavru ilahlar romanda ogbanje diye geçiyor) nereden çıkıyor anlayamadım bir süre. Aslında kitabı hızlıca bırakacaktım ama çevirmen Püren Özgören olunca biraz daha sabredeyim dedim, iyi yapmışım. Ben Püren Özgören'in Türkçesini çok akıcı ve zengin buluyorum. Diğer başarılı çevirmenlerden de büyük saygı görüyor.

Ada'nın (romanın kahramanı kadın) aklının içinde olan bu yavru ilahlar ona kendi karakterinden bambaşka şeyler yaptırıyorlar. Ada da bunlarla bir mücadele içinde değil, onlarla konuşuyor, hatta içinde bulunmak istemediği durumlarda hayatının direksiyonuna onlardan birini geçiriyor. Rayından çıkmış bir tren gibi geçen gençliğinde cinselliği bazen birine, bazen diğerine yaşatıyor. Yazarın anlattığı bir çoklu kişilik bozukluğu mu, yoksa insanın büyüme sürecinde kendi farklı yanlarını tanıması mı diye şüphede kalarak okudum (sanki bir bulmaca var ve doğru tahmin edemezsem ayıplanacakmışım gibi. Bu hissi yaşadığımı ancak üzerinden vakit geçince fark edebiliyorum. Halbuki bırak kendini romanın akışına değil mi?). Bana iki yorumla da okunabilir gibi geldi doğrusu. Kendimi düşününce de babam hayattaki halim, liseye kadar yaşadıklarım, kfl, Ankaradaki öğrenciliğim, Çanakkale yılları, boşandıktan sonraki zaman ve son özellikle son iki yıl başka başka insanlarmışım gibi geliyor. Elbette benzerlikler var ama romanda Ada da arada bir hayatının dümeninin başına kendisi (eğer içimizde değişmeden kalan öyle biri varsa tabi) geçiyor zaten.

Ada romanın sonunda ölmüyor (zaten bir özyaşam öyküsünde kahraman nasıl ölebilir?) ama büyüyor. Sonlara doğru "Onu seviyorum ama öyle aşırı değil. Temkinli bir şekilde." diyor. Hani tatlı aldığında "artmazsa yetmemiş demektir" deniyor ya, bana hemen her şey öyle geliyor. Tatlının da fazlası iyi değil derseniz, haklısınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ayı Dağı - Andrew Krivak

Duvar'da dünyada tek sağ kalan kadının hikayesini okuduktan sonra Ayı Dağı'nda (dünyaya her ne olduysa artık) hayatta kalan iki kişi...